top of page
mozturk.png

Ahkâmın TarihselliÄŸi

Prof.Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an ve Tarihsellik Üzerine (Ankara Okulu: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Kur’an’da hüküm vardır; ilk nazil olduÄŸu gün gibi aynen uygulanır; Kur'an’da hüküm vardır, bugünkü sosyolojide illet ve menatını kısmen veya tamamen kaybettiÄŸi için askıya alınır. Tarihselcilik, “Kur'an'ın söylediÄŸi her ÅŸey sadece nüzul dönemindeki muhataplar içindir, demek deÄŸil, tam tersine o gün müÅŸriklere hitap eden ayetlerin muhatabı bugün pekâlâ müminler olabilir" demeyi de gerektiren bir okuma, anlama ve yorumlama biçimidir.  

​

Bunun da ötesinde Kur'an’da’ki birçok hukukî içerikli ayeti bugünkü hayat tecrübemiz içerisinde bir kez dahi uygulamadığımız, uygulama ihtiyacı duymadığımız, halde, sadece bizi ve bizim gibi düÅŸünenleri tarihselci diye yaftalamak gayri ahlâkî bir tutum deÄŸil midir?

​

​

Prof.Dr.Mustafa Öztürk'ün Ä°slami Ä°limler Dergisinde (Yıl:1 Sayıs:2 Güz 2006) yayınlanan makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

Kur’an ve tarihsellik meselesinde tartışmalar genellikle ahkâm ayetlerinin aktüel deÄŸeri üzerinde yoÄŸunlaÅŸmaktadır. Evrenselci söyleme göre Allah muhtemel ve müstakbel sorunların/durumların tümünü hesaba katarak hüküm koymuÅŸtur. Yine aynı söyleme göre Kur’an hukuk alanında devrim denebilecek türden düzenlemeler yapmıştır.

​

Bize göre ise Allah ahkâm ayetleri de dâhil olmak üzere tüm ayetleri Hz. Peygamber ve vahyin nüzul ortamına tanıklık eden insanların içinde bulundukları fiilî durumu dikkate alarak inzal etmiÅŸtir. Dolayısıyla Kur’an’da gelecek nesillerin tikel sorunlarına da çözüm sunmak gibi bir maksat gözetilmemiÅŸtir. Nitekim Kur’an bunun örnekleriyle doludur. SözgeliÅŸi, ilk nesil Müslümanlar kadınların özel hallerini sordular. Allah cevap verdi. Hilali sordular, Allah cevap verdi. Haram aylarda savaÅŸmanın doÄŸru olup olmadığını sordular, Allah cevap verdi. Åžimdi bütün bu soruların, insanoÄŸlunun Allah’a yöneltebileceÄŸi muhtemel tüm soruları tükettiÄŸi veya bu sorulara verilen cevapların evrensel anlamda bütün insanlığı tatmin edecek cevaplar olduÄŸu öne sürülebilir mi? Bugün hilalin nasıl oluÅŸtuÄŸunu ve nasıl ÅŸekil deÄŸiÅŸtirdiÄŸini Kur’an’dan öÄŸrenme ihtiyacı duyacak veya Kur’an’ın verdiÄŸi cevabın bilgisel içeriÄŸiyle yetinecek kaç insan çıkar? Aynı ÅŸekilde haram aylarla ilgili soruya verilen cevabın, soruyu soranların niyetlerini göz önünde bulunduran siyasi ve dolayısıyla konjonktürel bir cevap olduÄŸu açıktır. O halde bir konunun Kur’an’da geçmesinden çok, o konuya ne amaçla yer verildiÄŸi önem arz etmektedir. Daha da önemlisi, vahiy sürerken haram aylarda savaşılması bir sorun olmasaydı, acaba bugün Kur’an metninde ilgili pasajlar yer alacak mıydı? Aynı soruyu Kur’an’ın bütün muhtevası için sormak da mümkündür. 

​

Bütün bu mülahazalardan hareketle denebilir ki Kur’an’daki tikel hükümler, gelecekteki tüm Müslümanların pratik yaÅŸamlarındaki sorunlara da çözüm teÅŸkil etsin diye deÄŸil, ilk nesil Müslümanların sorunlarını halletmek maksadıyla vaz edilmiÅŸtir. Bu gerçeÄŸi birkaç örnekle müÅŸahhas kılmakta fayda vardır.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün SöyleÅŸiler, Polemikler (Ankara Okulu:2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Nesh

Kur’an’daki ayetlerin peyderpey nazil olması sadece toplumda istenen ÅŸeylerin yerli yerine oturmasıyla ilgili deÄŸildir. Ä°çkinin yasaklanmasındaki tedricilik bu kapsamda deÄŸerlendirilebilir; fakat müÅŸrikler ve Ehli kitapla iliÅŸkilerde ÅŸahit olunan hitap, üslup ve hüküm deÄŸiÅŸiklikleri hem davet stratejisi, hem “ötekiler”in davete mukabele ÅŸekli hem de siyasal konjonktürün özellikle toplumsal kimlik oluÅŸturma gibi dâhili ve harici faktörle ilgilidir. Mekke döneminin ilk yıllarında inen ayetlerde Allah'ın rab gibi fiili sıfatlarının ön plana çıkması, müÅŸriklerin evvel emirde ağır bir ÅŸekilde eleÅŸtirilmemesi, bu arada Ehli kitabın referans mercii gibi takdim edilmesi hep bu faktörler sebebiyledir.  

​

Kur'an’ın nüzul sürecini siyerle birlikte takip etmediÄŸinizde, bir ayette “Dinde zorlama yoktur”, diÄŸer ayette "Sizin dininiz size, benim dinim bana”, baÅŸka bir ayette ise "MüÅŸrikleri bulduÄŸunuz yerde öldürün” denilmesini izah edemezsiniz. Åžayet bunu “bir daha uygulanmamak üzere hükmün ilgası” anlamında nesh teorisiyle izah yoluna giderseniz, iÅŸte o zaman Kur’an’ı büsbütün tarihe gömersiniz.

​

Bu noktada bizim savunduÄŸumuz tarihselcilik fikrine izafe edilen iÅŸlevin gerçekte klasik nesh teorisine onay verenlere atfedilmesi gerektiÄŸi belirtilmelidir. Hz. Peygamber döneminde Müslümanların içinde bulundukları ÅŸartların deÄŸiÅŸmesiyle önceki bir hükmün yeni ÅŸartlar muvacehesinde askıya alınması gayet tabiidir. Ancak bu durum, “mensuh” diye adlandırılan hükmün ebediyen geçersiz kılındığı anlamına gelmez. Gün gelir, o hükme temel teÅŸkil eden illet avdet eder, hâliyle ilgili hüküm de avdet eder.

​

Aslında tarihselci yaklaşım da buna paralel ÅŸeyler söyler. Sözgelimi, köleliÄŸin müesses bir yapı olarak bugünkü dünyada yeri yoktur, fazilet noktasında insanlığın bundan kazanımı da yoktur. Ancak yarın bir gün dünya deÄŸiÅŸir, ortaçaÄŸdaki kurumlar yeniden vücut bulup geliÅŸir, o zaman kölelik ve cariyelik ayetleri de iÅŸlevsel hale gelir. Ancak unutmamak gerekir ki bu konuyla ilgili ayetler “gün olur devran döner, kölelik yeniden hayat bulur, iÅŸte o zaman insanlar bu ayetlerdeki hükümleri uygular" diye de inzal edilmemiÅŸtir. Tam tersine söz konusu ayetler nüzul dönemindeki olgusal gerçeklikte böyle bir kurumun mevcudiyetine binaen inzal edilmiÅŸtir.

​

Prof.Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an ve Tarihsellik Üzerine (Ankara Okulu: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Kur'an'daki bir hükmün yine Kur’an tarafından nesh ya da iptal edildiÄŸini kabul, mensuh kategorisindeki ayetin ve o ayetteki hükmün nüzul döneminden sonraki farklı sosyolojilerde iÅŸlevsiz olduÄŸunu kabul anlamına gelir. Tefsir literatüründeki rivayetlerden öÄŸrendiÄŸimiz kadarıyla bu minvaldeki görüÅŸ ve kabuller daha nüzul döneminde dile getirilmiÅŸtir. Mesela Hz. Ali, Rasûlullah’la özel görüÅŸme öncesinde sadaka (necvâ sadakası) vermekle ilgili iki ayetle (Mücadile 58/12-13) ki bu ayetlerden ilki sadakayı emretmekte, Ä°kincisi ise sadaka hükmünün sona erdiÄŸini bildirmektedir- ilgili olarak ÅŸöyle demiÅŸtir:

Allah'ın kitabında bir ayet var ki benden önce bu ayetle amel eden biri olmadığı gibi benden sonra amel eden birisi de olmayacaktır. Bu ayet necvâ ayetidir. Bir dinarım vardı, onu on dirhem olarak bozdurdum. Rasûlullah'la özel görüÅŸmek istediÄŸimde bir dirhem sadaka verdim. Derken, sonraki ayet bu sadaka hükmünü iÅŸlevsiz kıldı (nesh).

​

Modern dönemde pek raÄŸbet gören neshi inkâr eÄŸiliminin klasik dönemlerdeki ulema nazarında düpedüz cahillik olarak görüldüÄŸünü de bu vesileyle belirtmek gerekir. Cassâs’a (ö.981) göre Müslüman oldukları halde neshi kabul etmeyenler Kur'an’a, mütevatir nakle ve selefin ittifakına muhalefet eden kimselerdir. Serahsi’ye (ö.1090) göre bir kiÅŸinin Müslüman olduÄŸu halde Kur’an’da neshi reddetmesi söz konusu deÄŸildir. Böyle bir görüÅŸü dillendiren Müslümanların ciddiye alınmaması gerekir.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Kur'an'ı Anlama Yolunda (Kuramer:2017) adlı toplantı kitabındaki konuÅŸmasından kısaltılarak alınmıştır.

Örnekler

Necva Ayetleri

Mücâdile suresindeki necvâ sadakasıyla ilgili iki ayet. Bu surenin on ikinci ayetinde, müminlere, “Peygamberle özel olarak görüÅŸüp konuÅŸmak istediÄŸiniz zaman, önce fakirlere yardımda bulunun” deniyor. Bir sonraki ayette ise, “Peygamberle özel görüÅŸme yapmadan önce fakir-fukaraya yardımda bulunmak çok zor geldi, deÄŸil mi? Ä°mkân sahibi olduÄŸunuz hâlde bunu yapmamanıza raÄŸmen Allah sizi cezalandırmak yerine bu yükümlülüÄŸünüzü kaldırdı.” mealinde ifadeler geçiyor. 

Allah’ın müminler için “en hayırlı” ve “en nezih” diye nitelendirdiÄŸi bir hükmü durum baÄŸlamı deÄŸiÅŸtiÄŸinde pekâlâ deÄŸiÅŸtirdiÄŸi, dolayısıyla “en” niteliÄŸi taşıyan hükümlerin dahi tarih-üstü olmak ÅŸöyle dursun, belki birkaç günlük bir süre içinde ilga edildiÄŸi müsellemdir. 

​

Cevaplanması gereken soru ÅŸu: Biz bugün bu ayetlerdeki hükmü hangi zeminde uygulamakla mükellefiz ve uygulamanın keyfiyetini nasıl belirleyeceÄŸiz? Ä°kinci kritik soru da ÅŸu: Konuyla ilgili ayetten hangisini uygulayacağız ya da her ikisini aynı anda uygulamaya mı çalışacağız? Oysa ayetlerden ilki müminlere bir hüküm vaz ediyor; Ä°kincisi o hükmü ilga ediyor. Bu durumda ilkin necva sadakasını kim için ve ne maksatla vereceksek vereceÄŸiz; sonra da ikinci ayet mucibince sadaka iÅŸinden vaz geçecek, böylece ilgili ayetlerle amel etmiÅŸ mi olacağız? Bu ifadelerimle meseleyi karikatürize ettiÄŸim düÅŸünülebilir; ancak tarihsellik söylemini geçersiz ve deÄŸersiz bulanlardan biri çıkıp bu iki ayetin bugünkü sosyolojide neye atıfta bulunduÄŸunu, daha baÅŸka bir ifadeyle, pratik hayatımızda ne iÅŸe yarayacağını izah etmelidir.

​

Haram Aylar

Bu babda haram aylar ve savaÅŸ meselesinden söz etmek istiyorum. BildiÄŸiniz gibi haram aylarla ilgili hukuk, kâinatın yaratıldığı günden itibaren mevcut olup kelimenin tam manasıyla tarih-üstü bir nitelik arz ediyor. Daha açıkçası ayette mealen, “Allah katında ayların sayısı, Onun gökleri ve yeri yarattığı zaman belirlediÄŸi düzen gereÄŸi on ikidir. Bunlardan dördü, yani zilkade, zilhicce, muharrem ve receb savaşın yasak olduÄŸu haram aylardır. Ä°ÅŸte aylarla ilgili doÄŸru kanun, doÄŸru takvim budur. Bu dört ay içinde savaÅŸmak veya bu ayların yerini deÄŸiÅŸtirmeye kalkmak suretiyle günaha girip kendinize kötülük etmeyin.” deniyor... Ayrıca, Bakara suresi 194, 217, Mâide suresi 2 ve Tevbe suresi 2-5. ayetlerde de haram aylar ve savaÅŸ meselesinden söz ediliyor. Ancak ne hikmetse, fıkıh kitaplarımızda, sözgelimi Yusuf suresinin 72. ayetine konu olan maÅŸrapa veya kupa meselesinden hareketle, “bir iÅŸ karşılığında ücret ve mükâfat taahhüdünde bulunmak” anlamında cuâle bahsine dahi müstakil fasıl açıldığı halde, benim bildiÄŸim kadarıyla, “haram aylarla ilgili bir bölüm bulunmamaktadır. Fakihlerin bu meseleye özel bir bölüm açmaması acaba nasıl anlaşılmalıdır?

​

Ä°kinci kritik soru, Hz. Peygamber vefat ettikten sonra, Hz. Ebû Bekr de dâhil, haram ay hukuku dikkate alınmış ve uygulanmış mıdır? Hanbelî fakih Ä°bn Receb bu soruyu ÅŸöyle cevaplamıştır: Sahâbîler Rasûlullah’ın vefatından sonraki dönemlerde kesintisiz olarak fetih ve cihad faaliyetlerini sürdürmüÅŸlerdir. Hiçbir sahâbîden haram aylar sebebiyle savaÅŸmaktan geri durduÄŸuna dair herhangi bir bilgi nakledilmemiÅŸtir. Bu durum sahabenin haram ayalarda savaÅŸmanın yasak olduÄŸuna iliÅŸkin hükmün nesh edildiÄŸi konusunda hemfikir olduklarını gösterir. 

​

Nesih demek, “Ä°lgili ayetin hükmü ilga ve iptal edildi” demektir. Peki, özellikle Mâide ve Tevbe sureleri nüzül döneminin en son saflarında, dahası haram aya hukukuna riayeti emreden Mâide 2. ayet Veda Haccı sırasında nazil olduÄŸuna ve Hz. Peygamber veda haccı hutbesinde “Mallarınız, canlarınız, ırzlarınız tıpkı ÅŸu gün gibi, ÅŸu ay (Haram ay) gibi kutsaldır, dokunulmazdır” buyurmasına raÄŸmen, ulema hangi cüretle bu ayetlerin mensuh olduÄŸunu söylemiÅŸ veya nasıl olup da Kur’an’daki ayetleri birbirine nesh ettirebilmiÅŸtir. Tefsir ve fıkıh kitaplarımızda belki de en çok geçen kelime nesh olduÄŸu halde, siz hala hangi evrensellikten söz ediyorsunuz veya tarihsellik deyince bunun adresini niçin merhum Fazlur Rahman, Ömer Özsoy ve Mustafa Öztürk gibi isimlerde arıyorsunuz? Ä°slam tefsir ve fıkıh geleneÄŸi tabir caizse tarihselci kaynadığı halde, siz ne diye Gadamer ve Betti muhabbetinde ısrar ediyorsunuz?

​

Haram ay meselesine dönersek, bu ayetlerin hal-i hazırdaki menatı nedir? Söz konusu ayetlerdeki hükümler daha ilk Müslüman nesilden itibaren fiilen ilga edilmiÅŸ ve buna da nesh denilmiÅŸtir. 

​

Prof.Dr.Mustafa Öztürk'ün Ä°slami Ä°limler Dergisinde (Yıl:1 Sayıs:2 Güz 2006) yayınlanan makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

Mümtehine 10-11. Ayetler

Mesela Hz. Peygamber devrinde Müslümanlarla Mekkeli müÅŸrikler arasındaki iliÅŸkilere atıfta bulunan 60/Mümtehine 10-11. ayetlerde mealen ÅŸöyle denilmektedir:

Ey müminler! Kendi ifadelerince iman etmiÅŸ kadınlar muhacir olarak [Mekke’den Medine’ye hicret etmiÅŸ olarak] size geldiklerinde asıl maksat ve niyetlerini öÄŸrenmek için onları sınayın.

​

Gerçi Allah onların imanlarını çok iyi bilmektedir. Gerçekten mümin olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere [Mekkeli müÅŸriklere] geri göndermeyin. Bundan böyle o mümin kadınlar kâfir kocalarına helal deÄŸildir. Dolayısıyla kâfir kocaları da onlara helal deÄŸildir. Bununla birlikte, o kadınların eski kocalarına vaktiyle ödemiÅŸ oldukları mehirleri iade edin.

​

Ey mümin erkekler! Mehirlerini verdiÄŸiniz takdirde o kadınlarla evlenmenizde hiçbir sakınca yoktur. KâfirliÄŸi tercih eden kadınlarla evlilik bağınızı sürdürmeyin. Onlara verdiÄŸiniz mehri kâfir kocalarından isteyin. O kâfirler de mümin olarak size gelip eÅŸiniz olan eski karılarına verdikleri mehri geri isteme hakkına sahiptirler.

​

Allah’ın hükmü budur! O sizinle kâfirler arasındaki hükmünü böyle veriyor. Unutmayın ki Allah her ÅŸeyi bilen, her ÅŸeyi yerli yerince edip eyleyendir!

​

EÄŸer eÅŸlerinizden biri sizi terk edip kâfirlerin yanına kaçar ve siz de o kâfirlerle savaşıp galip gelirseniz, bu takdirde, eÅŸleri kaçıp gitmiÅŸ olan kocalara vaktiyle eÅŸlerine ödedikleri mehire eÅŸit miktarda ganimetten pay verin. Ä°nandığınız Allah’a itaatsizlikten her daim sakının!

​

Mâlikî fıkıhçısı ve müfessir Ebû Bekr Ä°bnü’l-Arabî (ö. 1148), “Onlara verdiÄŸiniz mehri kâfir kocalarından isteyin. O kâfirler de mümin olarak size gelip eÅŸiniz olan eski karılarına verdikleri mehri geri isteme hakkına sahiptirler” mealindeki ifadelerin tefsirinde, “Bu hüküm, hassaten [ayette zikredilen] olayla ilgili olarak Allah’ın sırf o döneme mahsus olan bir hükmüdür.” dedikten sonra söz konusu hükmün o döneme münhasır oluÅŸu noktasında ümmetin icma ettiÄŸini belirtmiÅŸtir. Ünlü Hanefî fakihi Cassas (ö. 981) da bu ayetlerdeki hükümlerin mensuh olduÄŸunu söylemiÅŸtir.

Burada söz konusu edilen nesh bahis konusu ayetlerdeki hükümlerin zaman içerisinde iÅŸlevini yitirdiÄŸi, dolayısıyla kendi tarihinden baÅŸka tarihselliklere taşınabilir bir içeriÄŸe sahip olmadığı anlamına gelir. Ayrıca ilgili hükümlerin Hz. Peygamber devrine mahsus olduÄŸu hususunda ümmetin icmaından söz edilmiÅŸ olması, geçmiÅŸ dönemlerde Kur’an ahkâmının tüm zamanlar için geçerli olduÄŸu yönünde bir fikri sabitin mevcut olmadığına iÅŸaret eder.

​

DiÄŸer taraftan sahabe devrinde Kur’an’daki birçok hükmün zaman ve illetin deÄŸiÅŸmesiyle deÄŸiÅŸtirildiÄŸine, naslarla sübut bulmuÅŸ bir hükmün celb-i menfaat ve/veya def-i mefsedet kaidesi uyarınca kimi zaman tatbik edilmediÄŸine, toplumsal nizamı koruma gayesiyle gerektiÄŸi yer ve zamanda nassı tahsis, ta’mîm veya zahirî hükmün terk edildiÄŸine dair pek çok ictihad örneÄŸine rastlamak mümkündür.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Kur'an'ı Anlama Yolunda (Kuramer:2017) adlı toplantı kitabındaki konuÅŸmasından kısaltılarak alınmıştır.

Hz. Ömer'in Uygulamaları

BaÅŸta Hz. Ömer olmak üzere birçok sahâbî, Hz. Peygamber henüz hayatta iken tatbik edilen ve kendisinden beklenen amaç ve iÅŸlevin gerçekleÅŸtiÄŸi de görülen bir dizi Kur’an hükmünü kendisinin halife olduÄŸu dönemdeki tarihsel ve toplumsal ÅŸartlar çerçevesinde yeniden deÄŸerlendirmek suretiyle askıya aldı ve söz konusu hükümleri içeren ayetlerin lafzı mûcibiyle pek baÄŸdaÅŸmayan uygulamalara imza attı. Tarihsellik tartışmalarında sıkça gündeme gelen bu uygulamalarla ilgili olarak, “Hz. Ömer’in icraatları sizin anlattığınız minvalde deÄŸil?” ÅŸeklinde kliÅŸeleÅŸmiÅŸ bir itiraz söz konusudur. Bu durumda sormak lazım, “Mademki Hz. Ömer’in bilindik uygulamaları Kur’an ahkâmının en azından askıya almak deÄŸildir; peki o zaman nedir, Allah aÅŸkına?”

​

BildiÄŸiniz gibi, Tevbe suresinin 60. ayeti inneme’s-sadakâtü diye baÅŸlıyor ve zekâtın sarf mahallerini tek tek sayıyor. Bunlar arasında müellefe-i kulûb, yani gerek ÅŸerlerinden emin olunması gerek gönüllerinin Ä°slam’a ısındırılması arzu edilen kimseler zümresi de zikrediliyor. Hz. Peygamberin söz konusu arzu ve beklentiyle birçok kiÅŸiye maddî yardımda bulunduÄŸu, Hz. Ebû Bekr’in hilâfetinin ilk dönemlerinde bu uygulamanın yürürlükte olduÄŸu bilinmektedir. Ancak Hz. Ömer halife Ebû Bekir’in müellefe-i kulûb babında iki kiÅŸiye yaptığı tahsisata Ä°slâmiyet’in yayılıp güçlendiÄŸi, Müslümanların kuvvetlendiÄŸi, dolayısıyla artık kendilerine ihtiyaç kalmadığı, aksi halde toplum içerisinde asalak bir sınıf oluÅŸacağı gerekçesiyle karşı çıkmıştır. Onun bu siyasî kararı hem halife tarafından onaylanmış, hem de sahabe nezdinde sükûtî icma ile karşılanmıştır. Bütün bunlar olup biterken, “Ama Tevbe suresi 60. ayet durumsal, dönemsel, süreçsel, tarihsel deÄŸil, evrenseldir” ÅŸeklinde bir itiraz sesi duyulmamıştır. Çünkü sahabe, söz konusu ayetteki müellefe-i kulûbla ilgilyghükmün belli bir sosyolojik konjonktür içinde, belli bir pratik sonuç almak için konulduÄŸunu, bu sonucun Hz. Peygamber döneminde alındığını ibtidaen anlamış ve kavramış durumdandı. Çünkü o günkü tarihsel vasatta olan bitenlere bizzat tanıklardı. Ama onlar Hz. Ebû Bekr dönemindeki sosyolojide de yer aldıklarından, Hz. Ömer’in, “Evet, ayet müellefe-i kuluba zekât gelirinden pay verin diyor; ama bu hüküm Hz. Peygamber devrinde ürettiÄŸi müspet sonucu bugünkü konjonktürde üretmiyor” ÅŸeklindeki içtihadının dayanağını da gayet iyi kavramışlar ve bu içtihadı genel kabulle karşılamışlardı.

​

Ä°mam Matüridî (Ö.944), hicri dördüncü yüzyılın ilk yarısında Hz. Ömer’in müellefe-i kulûb’la ilgili kararını, “ictihad yoluyla nesh” diye adlandırmıştır ki bu adlandırma tarihsellik söylemiyle anlatılmak istenen bütün her ÅŸeyi iki kelimeyle özetler mahiyettedir. Öte yandan nesih meselesinde Serahsî’nin Usûlü ne açıp bakın, Ä°mam Matüridî ile aynı tarihlerde yaÅŸadığı bilinen Åžafiî âlim Ä°bn Süreye de, “Kur’an ve sünnet kıyasla nesholur mu?” sorusuna, “Neden olmasın, pekâlâ olur?” diye cevap vermiÅŸ, bir baÅŸka Åžâfiî âlim Ennıâtî (ö. 1143) ise, “Kur’an ve sünnet benzer kıyasla deÄŸil de, asıllardan istihraç edilmiÅŸ kıyasla nesholur” demiÅŸtir. Kıyas nedir? Åžâriî’nin beyan ve bildiriminin mukabili olarak en genel anlamda rey demektir. Rey ise naslar baÄŸlamında beÅŸerî çabayla sonuca ulaÅŸmak veya sonuç çıkarmak manasında içtihat faaliyetidir. Ulema da kıyas, yani içtihatla Kur’an hükmünün nesh edilebileceÄŸini söylemiÅŸtir; bu görüÅŸe ÅŸaz diyebilirsiniz. DoÄŸrudur, bu bir ÅŸaz görüÅŸtür; ancak bu baÄŸlamda böyle bir görüÅŸten söz etmem, birçok noktada tarihsellikle aynı kapıya çıkan birtakım görüÅŸ ve düÅŸüncelerin gelenekte de mevcut olduÄŸunu hatırlatmak istememdir.

Hadisler ve rivayetleri incelediÄŸinizde, Hz. Ömer’in birçok kez Hz. Peygamberle fikir alışveriÅŸinde bulunduÄŸuna, birçok meselenin çözümünü vahye havale etmeksizin, “Ey Allah’ın Rasûlü! Åžu meseleyi ÅŸöyle halletsen veya ÅŸu konuda ÅŸöyle bir tedbir alsak” gibi teklifler sunduÄŸuna tanık olursunuz. Bu tekliflerle ilgili olarak muhtelif ayetler nazil olmuÅŸ ve Hz. Ömer’i onaylamıştır. DiÄŸer bazı sahabilerin görüÅŸ ve tekliflerini onaylayan ayetler de nazil olmuÅŸtur.

​

Hz. Ömer’in halifelik döneminde tatbik mevkiine koyduÄŸu müellef-i kulûb ve zekât payı, sevâd arazisi ve ganimet meselesi, hırsızlık suçunun cezası, üç talak meselesi, kitabî kadınlarla evlilik ruhsatının askıya alınması gibi birçok meÅŸhur içtihadı iÅŸte bu muvafakat kavramında ifadesini bulan ilahi vahyin külli maksadını kavrama bilincinin pratik hayattaki tezahürleridir. Bu durum sadece Hz. Ömer için deÄŸil, diÄŸer birçok sahabinin hayat tecrübesi için de geçerlidir.

​

Prof.Dr.Mustafa Öztürk'ün Ä°slami Ä°limler Dergisinde (Yıl:1 Sayıs:2 Güz 2006) yayınlanan makalesinden kısaltılarak alınmıştır.

Belirli Saatler

Bu konuda genellikle Hz. Ömer’in bazı uygulamaları örnek gösterilir. Ancak diÄŸer bazı sahabîlerin de bu yönde görüÅŸ ve uygulamaları vardır. Mesela,

“Ey müminler! Köleler ve cariyeleriniz ile henüz ergenlik çağına eriÅŸmemiÅŸ çocuklarınız odanıza girmek için ÅŸu üç vakitte sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öÄŸle sıcağından dolayı soyunup dinlenmeye çekildiÄŸiniz zaman ve bir de yatsı namazından sonra. Ä°ÅŸte bu üç vakit, örtülmesi gereken yerlerinizin açık halde bulunabileceÄŸi vakitlerdir. DiÄŸer vakitlerde birbirinizin yanına girip çıkmanızda sizin için de onlar için de bir sakınca yoktur. Ä°ÅŸte Allah mesajları[nı] size böyle açıklıyor. Çünkü Allah [sizin için neyin iyi neyin kötü olduÄŸunu] çok iyi bilendir; her neylerse güzel eyleyendir.”

​

mealindeki 24/Nur 58. ayetin tefsiriyle ilgili rivayette belirtildiÄŸine göre Iraklı bir grup Müslüman Ä°bn Abbas’a gelerek, “Ey Ä°bn Abbas! Üç vakitte evlere izin isteyerek girmemizi emreden bu ayetteki hükümle ilgili görüÅŸün nedir? Zira [günümüzde] bu ayetteki hükümle hiç kimse amel etmiyor?” diye sorar. Ä°bn Abbas ise ÅŸu mealde bir cevap verir:

Vakti zamanında insanların [müminlerin] evlerinde dışarıdan gelenlerin içeri girmelerini engelleyecek kapı, bölme gibi ÅŸeyler yoktu. Dolayısıyla bir kimse karısıyla birlikte yatıyorken kölesinin veya çocuÄŸunun ansızın içeri girdiÄŸi oluyordu. Bu yüzden Allah bu üç avret vakitte onlara izin isteyerek evlere girmeyi emretti. Daha sonra Allah onlara kapılı, bölmeli ev sahibi olma imkânı lütfetti. [Günümüzde] bu hükümle amel eden birine ben de rastlamadım.

​

Hâl böyle iken, günümüzde, Kur’an’daki her hükmün olgusal baÄŸlamı dışında mutlaka bir anlam taşıması gerektiÄŸine iliÅŸkin yaygın ve yerleÅŸik bir fikri sabit oluÅŸmuÅŸ ve tüm yorumlar bu fikir ekseninde oluÅŸturulmuÅŸtur.

​

Sonuç

Tabiî ki bu tespit, söz konusu düzenlemelerden bazı genel mesajlar ve genel ilkeler çıkarılmasına engel deÄŸildir. Özellikle böylesine iç içe geçmiÅŸ iliÅŸkiler ortamında dahi ahde vefa prensibine hassasiyetle uyulması, sözleÅŸme hükümlerinin dürüst biçimde yorumlanıp uygulanması ve her hak sahibine hakkının verilmesinin telkin edildiÄŸi, bu ayetlerden kolayca anlaşılmaktadır.

​

“Tabiî ki bu tespit” diye baÅŸlayan ifadeler dizisi her ayetin mutlaka evrensel bir mesaj içerdiÄŸi veya böyle bir içeriÄŸe sahip olmasa bile yorum marifetiyle evrensel bir mesaj çıkarmak gerektiÄŸi inancının eseridir. Ancak bu inançtan sudur eden yorumlar bizce çok iÄŸretidir. Kaldı ki bazı ahkâm ayetlerinden hiçbir evrensel mesaj üretme imkânı da yoktur.

​

Burada ÅŸunu da sormak gerekir: Sırf Kur’an’da zikri geçtiÄŸi için haram aylar, zıhar, kölelik ve cariyelikle ilgili uygulamalara mutlaka bir karşılık bulmak veya bütün bu konularla ilgili ayetleri günümüze uyarlamak için, sözgeliÅŸi, “köleler” kelimesini “hizmetçiler/uÅŸaklar” ÅŸeklinde karşılamak veya köle-efendi iliÅŸkisinden bahseden ayetleri iÅŸçi-iÅŸveren münasebetleriyle irtibatlandırmak gibi iÅŸgüzarlıklar yapmak zorunda mıyız? Allah’ın bizden istediÄŸi ÅŸey, zıhar, liân, iddet, kölelik- cariyelik gibi konulardan bahseden ayetlere çaÄŸdaÅŸ durum muvacehesinde mutlaka bir karşılık bulmak mıdır?

OmerOzsoy.png

​

Prof.Dr.Ömer Özsoy'un Kur'an ve Tarihsellik Yazıları (Otto: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

ModernliÄŸin ÜrettiÄŸi Sorunlar

“Sebebin hususiliÄŸi, hükmün umumiliÄŸine engel teÅŸkil etmez.” ilkesi, yalnızca kıyasa imkân vermesi itibarıyla nassın egemenlik alanını geniÅŸletebilmekte ve ilahi/peygamberi rehberliÄŸi benzer yeni durumlara taşımaya imkân vermektedir. Ancak, nüzul döneminde emsali bulunmadığı için kıyasın iÅŸletilmesinin mümkün olmadığı durumlarda nassa nasıl baÅŸvurulacağı, yani Ä°lahi/peygamberi rehberliÄŸin nasıl aktüelleÅŸtirileceÄŸi konusunda yetersiz kaldığı için, bu ilke ya sözü edilen aynileÅŸtirme kolaycılığına kışkırtmakta veya hayatın getirdiÄŸi sorunlar düzeneÄŸinin önemli bir kısmını Ä°slami çözümden mahrum bırakmaktadır. Bu çözümsüzlük gerçeÄŸine iliÅŸkin bir farkındalıkla geliÅŸtirilen, “Ä°slam’ın tatbikinden kaynaklanmayan sorunlara çözüm üretmek Ä°slam’ın görevi deÄŸildir.” söylemi ise, son tahlilde Ä°slam için hayatın bütünü yerine muayyen bir ilgi alanı tayin etmesi bakımından, laikliÄŸin tersinden ifade edilmesinden baÅŸka bir ÅŸey olmasa gerektir. Kur’an’ın ilgilendiÄŸi ve çözüm getirdiÄŸi sorunların hangisinin müsebbibi Ä°slam idi acaba? Modernitenin ürettiÄŸi sorunlar karşısında Müslümana ilgisizlik ve sorumsuzluk telkin eden ve yalnızca modernite karşıtı bir baÄŸlamda kurgulanması mümkün olan bu modern söylemin, Kur’an'ın ve Sünnetin rehberliÄŸine baÅŸvurulamayacak tarihsellikler öngörmekte olduÄŸu açıktır.

bottom of page