top of page
sevketkotan.png

Ahkâmın TarihselliÄŸi: EleÅŸtiriler

Åževket Kotan'ın'ın Kur'an ve Tarihselcilik (Beyan:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Tarihi veriler gerek ilk dönem Müslümanlarının gerekse de sonrakilerin, hükümlerin ancak çeÅŸitli zaruret hallerinde ve bazı arızi durumlarda geçici olarak uygulamadan kaldırılabileceÄŸi görüÅŸünde olduklarını göstermektedir. Onların bu düÅŸünceye sahip oldukları açıktır; nitekim baÅŸtan itibaren fıkıh faaliyeti bu zihniyet temelinde sürmüÅŸ, buna göre geçici olarak kaldırılan bir hükmün uygulama alanı bulduÄŸu ortam tekrar avdet ederse, o hüküm yeniden uygulamaya konulur. Nitekim Hz. Ömer tarafından artık devrini tamamladığı gerekçesi ile durdurulan Müellefe-i Kulüba zekâttan hisse ayrılması hükmü, daha sonra Ömer b. Abdulaziz tarafından tekrar yürürlüÄŸe konulmuÅŸtur.  Kaldı ki tek başına Hz. Ömer'in uygulamalarının böyle bir talebe ne kadar dayanak teÅŸkil edebileceÄŸi de ayrıca irdelenmeye muhtaçtır. Ulemanın hükümlerin bazı tarihsel durumlarda deÄŸiÅŸebileceÄŸinden ne anladıklarını Åžatıbi'nin aynı zamanda kendi üzerinden inÅŸa edilen bir tarihi geçersizleÅŸtiren ÅŸu ifadeleri açıkça ortaya koymaktadır:

"Burada sözü edilen adetlerin farklılık arzetmesi durumunda hükümlerin de deÄŸiÅŸeceÄŸinden maksat, aslı hitapta meydana gelmiÅŸ bir deÄŸiÅŸiklik deÄŸildir. Çünkü ÅŸeriat ebedi ve devamlı yürürlükte kalmak üzere konulmuÅŸtur. EÄŸer biz dünyanın sonsuzluÄŸunu farz edecek olsak, yükümlülük de aynı ÅŸekilde sonsuza kadar devam edecek ve ÅŸeriatta bir ilaveye ihtiyaç duyulmayacaktır. Adetlerin farklılık göstermesiyle hükümlerin de deÄŸiÅŸmesinden maksat ÅŸudur: Her adet farklılık arzettiÄŸi zaman yeni bir ÅŸer'i asla döner ve bu kez onun hükmünü alır. Mesela ergenlik konusunda olduÄŸu gibi. KiÅŸi ergenlik çağına ulaÅŸtığı zaman üzerine yükümlülük biner. Ergenlik çağından önce yükümlülüÄŸün olmaması, ergenlik sonrasında ise yükümlülüÄŸün doÄŸması asli hitapta meydana gelen bir deÄŸiÅŸme deÄŸildir."

​

Hükümlerin deÄŸiÅŸmesi meselesini geniÅŸ ÅŸekilde inceleyen Åžatıbi'nin deÄŸiÅŸmeyle ilgili bu deÄŸerlendirmesi, geleneksel Ä°slami anlayışın da bir ifadesidir. Kanaatimizce bu anlayış, Hz. Peygamber döneminden tevarüs edilen bir anlayıştır; Kur'an'a ve Hz. Peygamberin yerleÅŸtirmiÅŸ olduÄŸu Kur'an anlayışına dayanmaktadır. 

​

Hududullah Kavramı

Kur'an'da genel olarak “Allah'ın hükümleri”ni ifade etmek üzere kullanılan hududullah, sonraları fıkhın teÅŸekkülü ile birlikte Allah'ın hükümlerinden sadece bir kısmını ifade edecek ÅŸekilde “Allah'ın haklarına karşı iÅŸlenen suçların cezası” anlamında ıstılahlaÅŸtırılmıştır. Böylece “hadd” denince akla gelen ÅŸey, Ä°slam Hukukundaki hükmü Kur’an'da belirlenen cezalar olmuÅŸtur.

​

Ä°nsanın bireysel ve toplumsal yaÅŸantısını düzenleyecek ve onu alemle tevhid edecek temel esaslar Allah tarafından belirlenmiÅŸ, bu düzeni saÄŸlayacak diÄŸer esaslar ise, Allah tarafından konulmuÅŸ, temel ilke ve esaslar ile onların gaye ve hedeflerine uyumsuz olmamak kaydıyla insanın kendisine bırakılmıştır. Tanzim edilmesi insanın kendisine bırakılmış bulunan bu geniÅŸ alan, ya ÅŸûra prensibinde olduÄŸu gibi Ä°slami aklın iÅŸleyiÅŸi, ya da meÅŸhur hurma aÄŸaçları ile ilgili rivayetten de anlaşıldığı gibi, insanın bilimsel ve tecrübi birikiminin kendisine sunduÄŸu imkânlarla düzenlenecektir. Allah tarafından konulmuÅŸ temel esaslar ve bu esasların insanın hayat alanı içerisinde kapsadığı yer göz önünde bulundurulacak olursa, tanzim edilmesinin insana bırakılması uygun görülmüÅŸ olan alanın, diÄŸerine nazaran mukayese edilemeyecek kadar geniÅŸ bir alan olduÄŸu görülecektir.    Nitekim içtihad müessesenin iÅŸlevini yerine getirdiÄŸi zamanlarda üretilen fıkhın bu denli büyük bir külliyat ortaya çıkarmış olması, bu konuda yeterli bir fikir verebilmektedir.

​

Ä°ster itikadı olsun, isterse ahlaki ve ameli olsun Kur'an'da beyan edilmiÅŸ her ilkeyle mükellefiyetin ve bunlardan ameli olanlarının eda edilmeleri vücubiyetinin birtakım ÅŸartları vardır. Ancak, söz konusu ÅŸartların bulunmaması ya da bulunduÄŸu halde sonradan herhangi bir sebeple ortadan kalkmaları durumunda, Kur'an'da açıklanmış bulunan hükümlerin kabul ve eda zorunluluÄŸu geçici veya sürekli olarak ortadan kalkar. Tekliflerin birtakım geçerli sebeplerle sakıt olmaları, arızi bir durumdur. Yani mükellef durumundaki insanın mükellefiyeti, ancak ya mükellefiyet ÅŸartlarına haiz olmamasından ya da arızı bir durumdan dolayı söz konusu olmaktan çıkabilmektedir. 

​

Ä°tikadi, ameli ve ahlaki durumlarla ilgili olan bu örneklerde iÅŸleyen mantığın aynısı, yerine göre, mesela deÄŸiÅŸik biçimlerde ferdi ve toplumsal suçlar için öngörülen cezaları için de iÅŸlerlik kazanmaktadır. Zira hadd olarak isimlendirilmiÅŸ bu cezalar da Kur’an'da sunulmuÅŸ bulunan ibadet sisteminin birer tamamlayıcıları olmaktan baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildirler. Buna göre her suç için öngörülen cezanın söz konusu suça tekabül ettirilebilmesinin birtakım ÅŸartları olduÄŸu gibi, söz konusu suçların geneli için öngörülen cezayı uygulamaya engel olacak olan birtakım arızi durumlar da söz konusu olabilmektedir. Mesela hırsızlık suçu ve bu suç için konulmuÅŸ bulunan ceza, bu meyanda zikredilebilecek örneklerden biridir. BilindiÄŸi gibi Kur'an' da hırsızlık için öngörülen ceza, hırsızın elinin kesilmesidir. Ancak bu cezanın uygulanabilmesi için, hırsızlık yapan ÅŸahıs, hırsızlığın sübütu ve çalınan ÅŸeyin mahiyeti vs. ile ilgili birtakım ÅŸartların bulunması gerekmektedir. Gerekli ÅŸartlar tamamlandığı takdirde hırsızın elinin kesilmesine hükmedilir. Ancak bu cezanın uygulanmasına engel olabilecek birtakım arızi durumlar söz konusu olabilmekte ve arızi herhangi geçerli bir durumun mevcudiyeti, bu cezayı uygulamadan kaldırmaktadır. ÖrneÄŸin sosyal adaleti temin edecek kuralların iÅŸletil(e)memiÅŸ olması ya da kıtlık gibi durumlarda, bu ceza uygulanmaz. Nitekim Hz. Ömer bir kuraklık senesinde el kesme cezasını uygulamamıştır. Bu örnekte de görüldüÄŸü gibi cezalar konusunda da aynen diÄŸer konularda olduÄŸu gibi, ÅŸartlar ve arızi durumlar gözetilmek durumundadır.

​

Kur’an’a baktığımızda ister cezalar konusunda olsun, ister diÄŸer konularda olsun, açıklanmış ve belirlenmiÅŸ her hükmün, Allah’ın ayetleri, hudûdu, yazıları ve nimeti olarak isimlendirildiÄŸini görmekteyiz. Belirlenen bu hükümler öncelikle hukuki birer kaide deÄŸil, Allah’ın haramları, helalleri, emirleri, nehiyleri, farzları ve tavsiyeleridir. Ä°ÅŸte bunun için Kur’an, belirlenmiÅŸ bu ahkama uymaktan baÅŸka bir yol bulunmadığını ve Kur'an'da belirlenmiÅŸ hudûdu ihlal etmenin Allah'a ve elçisine isyan anlamına geleceÄŸini bildirmektedir.

"Ä°ÅŸte bunlar Allah’ın sınırlarıdır, onlara tecavüz etmeyin. Kim Allah’ın sınırlarına tecavüz ederlerse onlar zalimlerdir.”  

​

"Kim Allah ve Resûlüne isyan eder ve O’nun sınırlarını (hudûd) aÅŸarsa, onu içinde ebedi kalacağı ateÅŸe sokar. Onun için alçaltıcı bir azap vardır.”

​

Dikkat edilecek olursa bu ayetlerde kınanan ÅŸey, Allah’ın belirlenmiÅŸ hükümlerine uymamak, razı olmamak ve onları ihlal etmektir. Bu bakımdan Allah'ın belirlenmiÅŸ sınırlarını tarihsel durumlara göre deÄŸiÅŸtirmenin mantığını izah etmek güçtür. 

​

Ümmetin maslahatı ya da ÅŸeriatın gayeleri gözetilerek, tarih içerisinde, özellikle ilk dönemde Müslümanlar tarafından Kur'an'da belirlenmiÅŸ bazı hükümlerin uygulamadan kaldırılarak yerine baÅŸka hükümlerin uygulanmış olmasını Kur'an ahkamının modern tarihsellikte deÄŸiÅŸtirilmesi gerektiÄŸine gerekçe göstermek, her ÅŸeyden önce geçmiÅŸteki Müslümanların bu konudaki tasarruflarıyla uyum arzetmez. Çünkü onlar, muayyen somut bir durumla karşılaÅŸtıklarında bunu yapmışlardır ve ayrıca bu örnekler çok da deÄŸildir. Böyle bir tasarrufu, Hz. Ömer'in Sevad arazisi ile ilgili uygulamasında gördüÄŸümüz gibi, o, bu konudaki baÅŸka bir uygulamaya dayanarak ve ümmetle istiÅŸare ederek yapıyordu. Bu tür uygulamalarda esas alınan ÅŸey, hükümle gözetilen gayenin gerçekleÅŸmiyor olması ya da mevcut durumun o hükme tekabüliyetsizliÄŸi olmaktaydı. Bunun için mana ve maksada göre yorum yapılıp hüküm çıkarılırken, ya lafzın delaletlerinden biri tercih edilmeliydi, ya da Åžari'in lafzı devamlı baÄŸlayıcı kılmadığına dair bir delil bulunmalıydı. Ama böyle arızi bir durum olmadığında aslolan, her zaman hükmün uygulanmasıydı. Nitekim gaye ve maslahatı enine boyuna incelemelerine raÄŸmen, bundan genel olarak ahkamın deÄŸiÅŸebileceÄŸine dair bir mana çıkarmamışlar, ÅŸer’i hükümlerin ebediyen geçerliliÄŸini sık sık vurgulamışlardır. Kaldı ki, zekâtın yeni bir nisabı ya da miras taksiminin deÄŸiÅŸtirilmesi bu meyanda hiç ele alınmamış, çünkü bunlara taabbüdi hükümler olarak inanılmıştır. Halbuki Kur'an'a tarihselci yaklaşımlarda gördüÄŸümüz gibi tarihselci teoloji, ayırım yapmadan bütün hükümlerin deÄŸiÅŸmesi gerektiÄŸini talep etmektedir. Modern tarihsellik dışında herhangi bir "nass” da göstermemektedir.

​

Maslahat konusuna gelince, ulemaya göre maslahat, ya herhangi arızi bir sebeple belirlenmiÅŸ hükmün uygulanamayıp yerine baÅŸka geçici bir hüküm konulması durumunda ya da nassın bulunmadığı yerde söz konusudur. Çünkü, esasen herhangi bir konuda belirlenmiÅŸ bulunan bir hüküm, zaten maslahatın kendisidir. Ama eÄŸer arızi bir durumdan dolayı hüküm maslahatı temin etmekten uzaklaÅŸmışsa, bu söz konusu arızi durumdan dolayıdır. Yoksa hükmün kendisinden kaynaklanan bir ÅŸey deÄŸildir. Ä°ÅŸte böyle bir durum zuhur ettiÄŸinde, o zaman hükmün durdurulması yoluna gidilerek maslahata en uygun olacak bir çözüm üretilir. Ancak, arızi bir halden dolayı bir hükmün durdurulması veya askıya alınması, o hükmün deÄŸiÅŸtirildiÄŸi ve o aslın yerine yeni bir aslın ikame edildiÄŸi anlamına gelmez. Zira bir hükmün askıya alınmasıyla o hükmün yerine ikame edilen hüküm, arızı bir hükümdür ve hiçbir zaman asıl olarak deÄŸerlendirilemez. Söz konusu arızı durumun ortadan kalkması ve ÅŸartların avdetiyle asıl hüküm yeniden uygulamaya konulur.

​

Hal böyle olunca herhangi arızi bir durumdan ya da hükmün ÅŸahıslara tekabuliyetsizliÄŸinden (örn: müellefe-i kulüb ile ilgili Hz. Ömer'in uygulaması) kaynaklanan belirlenmiÅŸ bazı hükümlerin askıya alınması ve yerine yeni bir çözüm getirilmesi ÅŸeklindeki kimi sahabe uygulamalarını Kur'an'daki bazı hükümlerin deÄŸiÅŸtirilebileceÄŸine örnek olarak göstermek, yanlış bir kıyas ve örneklemeden baÅŸka bir ÅŸey olmaz. Çünkü bu tür uygulamalarla bir hükmü birtakım mantıksal gerekçelerle temelinden deÄŸiÅŸtirmeyi mukayese etmenin iyimser bir deÄŸerlendirmeyle zihni bir yanılsamadan baÅŸka bir anlamı olmaz.

​

Durumun arıziliÄŸi ise, bazen Müslümanların başına gelmiÅŸ uzun bir toplumsal veya siyasal halin sonucu olabilir. ÖrneÄŸin Müslümanlar, fıkhı toplumsal düzeyde uygulayabilecek bir organik teÅŸekkülden yoksun kalmış olabilirler. Bu durumda tek tek Müslümanların kendilerine iktidar vehmederek bu hükümleri uygulaması tabii ki düÅŸünülemez. Çünkü yukarıda da deÄŸindiÄŸimiz gibi, bazı hükümlerin uygulanmasının toplumsal ve siyasal ÅŸartları ve sonuçları vardır. Bu ÅŸartların olmaması hükmün ilgasını deÄŸil, ertelenmesini getirir. Bir esirin Cuma namazı kılmak zorunda olmaması gibi, bu ÅŸartlar altında da bazı hükümlerin farz olmamasından daha normal bir ÅŸey olmaz. Kaldı ki, her toplumsal ortam, kendi hukuki mantığını ve aklını da kendiliÄŸinden benimsetir.

 

Bugün modern toplumsallıkların etkisi altında Müslümanlara bile çok muhal gelmeye baÅŸlamış bazı Ä°slami hükümlerin muhalliÄŸi, sadece modern, ama kesinlikle en iyi olmayan bir hümanist zihniyetin ideolojik bir hegemonya kurmuÅŸ olmasından kaynaklanıyor. Kanaatimizce böyle bir hegemonya altında Müslümanların, zaten bir uygulanma vasatı bulunmayan fıkıhlarını tartışmaya açarak kendi kozmolojik anlayışlarında derin sarsıntılara yol açacak iÅŸlemlere giriÅŸmelerinin hiçbir faydası yoktur.

 

Kabul ediyoruz ki, böyle bir iÅŸleme aynı hegemonya tarafından her gün defaatle davet ediliyorlardır, ancak, zaten pratik bir sonucu olmayacak (örneÄŸin, Müslümanlar kendi fıkıhlarını veya "hadler”in hepsini deÄŸiÅŸtirseler bile bir uygulama alanı mı bulacaktır?) bu davete icabet etmek, bir teslim olma davetine icabet etmekten farksız olacaktır.

​

Aynı ÅŸekilde hükümlerin deÄŸiÅŸtirilmesi düÅŸüncesine, Kur'an'a bakıldığında, “zaman faktörü” de gerekçe olmuyor. Zira Kur'an'da namaz, oruç, zekât, cihat, faiz, kısas ve bunun gibi birçok ilkeye dair emir ve nehiylerin zamanla ve çaÄŸların deÄŸiÅŸmesiyle alakasının olmadığını, bu ilkelerin önceki peygamberlerin tebliÄŸlerinde de yer aldığını görerek anlamaktayız. Kur'an'da yer alan ve ibadetler kategorisinde deÄŸerlendirilen namaz, oruç ve zekât gibi kaideler ilahı dinin prensiplerini oluÅŸturdukları gibi, kısas, faiz, zina, kazf, miras, zıhar ve eÅŸler arasındaki cinsel iliÅŸkilerle ilgili helal ve haramlar da Kur’an’da ilahı dinin prensiplerini oluÅŸturmaktadırlar. Zamanın ve ÅŸartların deÄŸiÅŸmesinin, zıhar, kazf ve eÅŸler arasındaki cinsel iliÅŸkilere dair hudüdullahı deÄŸiÅŸtirmede ve bu konudaki gayri ahlaki düÅŸünce ve davranışları ahlakileÅŸtirmede herhangi bir fonksiyonunun olabileceÄŸi ve dolayısıyla bunlarla ilgili belirlenmiÅŸ hudûdun deÄŸiÅŸtirilebileceÄŸine gerekçe olabileceÄŸi düÅŸünülemez.

​

Åžu hususu da belirtmek gerekir ki, ilahı din ve onun kaideleri kolay ve meÅŸakkatli prensipleriyle birlikte ancak kutsallık düÅŸüncesiyle hayat bulur ve yaÅŸar. Kutsal birer kaide olan dini ahkamın deÄŸiÅŸtirilebileceÄŸi, unutulmamalıdır ki beraberinde ilahı dine ve onun kaidelerine karşı bir güvensizliÄŸi ve kayıtsızlığı da getirir. Bu güven bunalımı ve kayıtsızlık da Batı'da yaÅŸandığı gibi insanla din arasındaki mesafenin gittikçe açılarak insanın dinle iliÅŸkilerini koparması neticesini doÄŸurur. Oysa, Yüce Allah Kur'an'da bu kuralları beyan ederken, bunların ilahı hak kurallar olduklarını vurgulayarak, kutsal kaideler olduklarını da kalplere yerleÅŸtirmiÅŸtir. Bunların kutsal kurallar oldukları inancı, uygulamalarının ve ihlal edilmemelerinin de teminatı durumunda olup, din ile beÅŸeri ideolojilerin insanın gönlünde yer ediÅŸindeki büyük farkın da temel nedenidir.

​

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Kur’an metni esas alındığında, Kur’an’da belirlenmiÅŸ herhangi bir kuralın arızi durumlar nedeniyle geçici olarak askıya alınması durumu hariç, deÄŸiÅŸebilirlik imkânı bulunmamaktadır. Hukuki hükümler olarak deÄŸerlendirilen miras, kısas, hırsızlık, zina ile ilgili kuralların birtakım gerekçelerle baÅŸka herhangi bir kuralla deÄŸiÅŸtirilebilmeleri imkânı, Kur’an’ın söylemi açısından bakıldığında ibadetlerle ilgili hükümler olarak deÄŸerlendirilen namaz, oruç, zekât gibi kuralların deÄŸiÅŸtirilebilmeleri imkânından daha fazla deÄŸildir.

​

Ayrıca, tarihselci teolojinin, Müslümanların modern tarihsellikteki bütün sorunlarını halledecek diye takdim ettiÄŸi, sonuçta Kur’an’daki sınırlı sayıdaki ahkamın deÄŸiÅŸmesi talebiyle noktalanan projesinin, yaÅŸadıkları tarihsellikte Müslümanlara hangi maslahatları temin edeceÄŸi de belli deÄŸildir. Öncelikle Kur’an ahkamı, modern ulus devletlerin ortaya çıkmasından beri, ÅŸurada burada birkaç uygulama dışında zaten deÄŸiÅŸtirilmiÅŸ durumdadır ve bu durumun Müslümanların sorunlarından hiçbir ÅŸey eksik etmediÄŸi ortadadır. Ä°kincisi, bu talebin, Müslüman kamuoyunun iradesini yansıtmadığı, bunun yerine cari siyasal veya toplumsal eÄŸilimlerin zorladığı bir talep olduÄŸu açıktır.

Kur’an ahkamının geçmiÅŸte uygulandığı zamanlarda Müslümanların önüne sorunlar koyduÄŸu tespit edilmiÅŸ deÄŸildir, bu ahkamı deÄŸiÅŸtirdikleri takdirde sorunlarını çözeceklerini garanti edecek bir merci de bulunmamaktadır. Üçüncü ve son olarak, modern zamanlarda ve bütün zamanlarda, Kur’an’ın belirlemiÅŸ olduÄŸu sınırlı konudaki ahkamın mı, yoksa yeniden yorumlanarak belirlenecek yeni bir ahkamın mı daha hayırlı, daha adil ve Allah’ın maksatlarına daha uygun olduÄŸunu belirleyecek "ilahi niyeti” ölçen bir terazi de bulunmamaktadır. Bu konuda Kur’an’ın mirasın taksimatını yapan ayetin son cümleleri oldukça düÅŸündürücüdür.

“Anne-babalarınıza ve çocuklarınıza gelince, hangisinin sizin bırakacağınız fayda ve imkânlara daha layık olduÄŸunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konulmuÅŸ farz (paylar)dır. Åžüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir.”  

​

adnandemircan.png
mozturk.png

​

Prof.Dr.Adnan Demircan'ın Kur'an'ı Anlama Yolunda (Kuramer:2017) adlı toplantı kitabında Prof. Dr. Mustafa Öztürk'e sunumu hakkında yönelttiÄŸi sorular ve verilen cevaplardan kısaltılarak alınmıştır.

Nesih Hakkında Sorular

A. Demircan

Nâsih-Mensûh kavramları anahtar kavram olarak kullanıldı. Hocamızın sunumundan anladığım kadarıyla bu devam eden bir süreç. Yani Ä°zafî bir durum söz konusu ve Resulullah dönemindeki nâsih-mensûh devam ediyor. Bu pratikte çok büyük bir kargaÅŸa meydana getirmez mi? Bunu pratiÄŸe döktüÄŸümüz zaman Ä°slam Medeniyeti fikrine büyük darbe vurmaz mı? Diyelim ki bir Müslüman kendisini Mekke döneminin ikinci yılında hissederse ve bunu ibadet hayatına yansıtırsa; muamelatla iliÅŸkisi, inanç durumu nasıl olacak? EÄŸer nesih devam eden bir süreçse -ki ben sizin sunumunuzdan öyle anladım- o zaman Müslümanlar nasıl bir ortak fikirde buluÅŸup birlikte hareket edecekler? Bu haddizatında önemli bir ÅŸey ama bu mevcut sorunu daha da içinden çıkılmaz bir hale getirebilecek bir yaklaşım deÄŸil mi? BilindiÄŸi gibi Resulullah döneminin ileriki yıllarında bir olgunlaÅŸma süreci yaÅŸanıyor ve biz genellikle son durumu dikkate alarak kendimizi konumlandırmaya çalışıyoruz.

​

M. Öztürk

Ä°lk sorunuza gelince, bu konudaki fikrim özet olarak ÅŸudur: Hz. Peygamberin risâletinin 13 yıllık Mekke döneminde nazil olan hükümler, Åžâtıbî’nin ifadesiyle mutlaktır, gencidir, ilkeseldir; ancak Medine dönemi tecrübesinde bu mutlak hükümler kayıtlanmış, genel nitelikli olanlar tahsise uÄŸramıştır. Bu durum, siyasî partilerin muhalefette iken hep ilkesel ve ideal olan ÅŸeylerden söz etmeleri, iktidara gelip ülke ve bütçe gerçekleriyle karşılaşınca, ideal olanı askıya alıp reel olana göre hareket etmelerin; hatırlatır. Bence Müslümanlık çıtası Medine döneminde aÅŸağıya çekilmiÅŸ görünüyor. Sudanlı fikir ve siyaset adamı Mahmud Muhanımed Taha da Ä°slam'ın ikinci Mesajı adlı eserinde aynen böyle söylüyor. Hatta bir adım daha ileri gidip ÅŸöyle diyor: “Medine dönemindeki Ä°slam tecrübesi nihai deÄŸil, sadece bir örneklemdir. Hz. Peygamber yaÅŸadığı çevrenin sosyolojik ÅŸartları ve eldeki insan malzemesinin imkânları nispetinde Mekkî dönemde vaz edilen ilkesel Ä°slam’ı belli ölçüde hayata geçirmiÅŸtir; ancak bu tecrübe nihai Ä°slam’ın kendisi deÄŸildir. Taha bu görüÅŸleriyle klasik nâsih-mensûh teorisinin tersine çevrilmesini, Mekkî hükümlerin nâsih, medenî hükümlerin mensûh sayılması gerektiÄŸini teklif ediyor. Nitekim Åžâtıhî de medenî ayetler mekkî ayetler üzerine oturtularak yorumlanmalıdır” diyor. Ben de aynen böyle düÅŸünüyorum.

​

A. Demircan

Namazla ilgili bir tasarruf yetkimiz, içtihat imkânımız olacak mı?

​

M. Öztürk

Sayın Hocam, sizin dikkat çektiÄŸiniz husus fıkıh usulü kitaplarında taabbud ve tâlil diye tefrik edilmiÅŸtir. Taabbüd, dogma alanıdır. Din dogmasız olmaz. Sözgelimi, domuz etinin haram kılınmasıyla ilgili hüküm, her ne kadar Yahudi geleneÄŸinde bunun kültürel bir arka plan hikâyesi mevcutsa da bence dogmadır. Ä°badetler de dogma alanına dâhildir. Kaldı ki Allah insandan kendisine yönelik sadakat sözünü ibadetler vesilesiyle fiilen göstermesini talep etmekte ve bu konuda insanı insanca kriterle test etmektedir. Yani biz nasıl ki bize bir taahhütte bulunan birinden o taahhüdü yerine getirmesini bekleriz; Allah da kendisine taât ve teslimiyet taahhüdünde bulunan insandan, taahhüdünün fiili göstergesini talep ediyor. Allah’a taat, teslimiyet ve ibadet, dinin temel mevzusudur. Bu konuda, Rasûlullah’ın gösterdiÄŸi ve öÄŸrettiÄŸi ibadet tarzında deÄŸiÅŸiklik önermek anlamsızdır. Ancak mesele toplumsal düzen ve hukuk olduÄŸunda, durum kesinlikle farklıdır. Çünkü bu alan din deÄŸildir; din ve dinî olan, toplumsal düzen ve hukuku ÅŸekillendiren tümel ilkelerdir.

​

A. Demircan

Tamam ama ben zaten geleneÄŸe sormuyorum. Ona uyuyoruz zaten. Mesela ÅŸimdi bir Müslüman çıkıp dese ki, “Hz. Peygamber zamanında beÅŸ vakit namaz o hayat standartlarına uygundu. GüneÅŸ doÄŸmadan önce uyanırlardı, ibadet ederlerdi. ÖÄŸlen dinlenmeye geçmeden önce ibadet ederlerdi; kayluleye geçerlerdi. Kalkarlardı bir ibadet daha ederlerdi. AkÅŸam yemeklerini yerler, ibadet ederler ve yatarken de ibadet ederlerdi. Dolayısıyla o günkü hayatla uyumlu. Ama benim hayatıma uymuyor. Ben sabah namazı vaktinde yarıyorum. Normalde benim kaylulem, gecem gündüzüm birbirine karışıyor.” Yanı ben bir Müslüman olarak, Resulullah eÄŸer bunu koymuÅŸsa, Resulullah döneminin birinciliÄŸi var mı anlamında sordum. 

​

M. Öztürk

Durum açısından herhangi bir ayrıcalık yok; ama duruÅŸ olarak var. Bence bu çok önemli bir ayrıntı. Durum, iÅŸte sizin “Ben her gün 15 saat çalışıyorum; ÅŸu ÅŸu iÅŸleri yapıyorum” demeniz gibi bir ÅŸeyi ifade eder; gelip geçici olan ve bizatihi deÄŸer taşımayan ÅŸeyler duruma taalluk eder. DuruÅŸ ise en baÅŸta Allah, varlık, insan, toplum ve eÅŸyayla hukukunuzu belirleyen prensipler ve deÄŸerleri ifade eder. Fahreddîn er-Râzî’nin, et-tazîm li emrillah, ve’ÅŸ-ÅŸefakatü 'ala halkillah... yani Allah’ın buyruÄŸuna saygı, O’nun yarattıklarına ÅŸefkat ÅŸeklindeki din tanımı belki de en veciz ÅŸekliyle söz konusu deÄŸerler ve duruÅŸu ifade eder. Bundan ötesi teferruattır.

​

Ben din konusunda Hz. Peygamberin vahiyle birlikte kendi toplumunu hangi noktadan alıp hangi noktaya ulaÅŸtırdığına, nihai olarak neyi amaçladığına, insanlığa neyi miras bıraktığına bakarım. Sünnet, özellikle de fiilî sünnet bu konuda tayin edici ve Kuranda söylenenin pratikte neye karşılık geldiÄŸini göstericidir. Bu yüzden de hayati önemi haizdir.

​

“Müslüman kimliÄŸi oluÅŸturan deÄŸerler ve normlar nelerdir?” ya da “Bir Müslümanın Müslümanlığını hırpalayan, onu haleldar eden hususlar nedir?” mealindeki bir sorunun cevabı, iman, küfür, ahlaki fazilet ve rezilet gibi kavramlarla formüle edilebilir ki bu kavramlar da Kurandaki “ed-dîn” kavramının muhtevasıyla ilgilidir.

bottom of page