top of page
Ducane.png

Kur'an'ı Anlamada Yöntem

Dücane CündioÄŸlu'nun Kur'an'ı Anlamanın Anlamı (Kaknüs: 2005) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

Kur’an’ı Kerim’i anlama faaliyeti yürütecek kimseler, bu faaliyetin gereÄŸi birtakım suallere cevap aramak ya da bu suallerden hareketle anlama faaliyetlerini temellendirmek durumundadırlar. Bu suallerin doÄŸru cevapları verilmediÄŸi sürece, anlama-yorumlama faaliyetinin de sıhhatli bir netice vermeyeceÄŸi muhakkaktır.  

​

Niçin Söylüyor?

Kur’an (bunu) niçin söylüyor (=bundan maksadı ve muradı nedir)?

​

Sualine verilecek cevabın terimleri kullanılarak açıklandığı, zaman, söz’ün maksad ve muradı çok daha iyi bir biçimde anlaşılacak. Fakat “(Bunu) kimden istiyor?” sorusunun cevabı doÄŸru olarak verilmedikçe anlamın hâlâ nâkıs kalacağı unutulmamalıdır.

​

Kime Söylüyor?

Yazılı ya da sözlü her söylemin bir muhatabı vardır ve bu nedenle söylenen ÅŸeyi anlamlı kılan, söylenen ÅŸeyin kendisine anlamlı gelebileceÄŸi yerde duran kiÅŸidir. Ä°lk muhatap bir bakıma söylenen ÅŸey’in söylenme sebebi de olduÄŸundan, söylenen ÅŸey, herkesten önce ona (onun için) anlamlıdır. Dolayısıyla bir Kur’an ayetinin (doÄŸru) anlamı, onun ilk muhatabı için varid olan anlamıdır.  

Meseleyi biraz daha açmak ve dolayısıyla muhatabın tayini probleminin, bir ayetin anlamının yeniden üretilmesine nasıl yol açtığım göstermek için “Allah’ın indirdiÄŸi ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir” (Mâide: 44) ayetini (doÄŸrudan veya dolaylı) muhatapları açısından ele alacağız. Ayetten açıkça anlaşıldığı üzere, ibare “Allah’ın indirdiÄŸi” ile hükmetmeyen kimseler hakkında bir büküm bildirmekte ve bu cürmü iÅŸleyenlerin kâfir olduklarını ilan etmektedir. Åžimdi yukarıdaki sorumuzu tekrarlayalım: Kuran bunu kime söylüyor?

 

Bu konuda Taberî’nin (öl. 922) aktarımlarını mesned alarak muhatapları iki ana sınıfa ayıracak ve bizim için gereksiz detaylardan imtina edeceÄŸiz:

  1. Bunlar, Allah’ın Kitabı’nda (Tevrat’ta) indirdiÄŸi hükmü gizleyen ve Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyip, Allah’ın Kitabı’nı deÄŸiÅŸtiren, tahrif eden Yahudilerdir. Burada muhatabın Yahudiler, Hristiyanlar (Ehli Kitab) ve hatta tüm Ehli Åžirk olup Ehli Ä°slâm olmadığı bilhassa vurgulanmaktadır.

  2. Bu ayette sözü edilen kâfirlerle kastedilen Ehli Ä°slâm’dır.

 

Burada muhatapların niteliÄŸi, ayetin anlamı bakımından müÅŸkil bir durum ortaya çıkarmaktadır; zira ayetin muhatabı Müslümanlar olarak kabul edildiÄŸi takdirde, Allah’ın bir emrini yerini getirmeyen veya bir nehyinden kaçınmayan bir Müslüman Allah’ın indirdiÄŸi ile hükmetmiÅŸ olmayacağından, kâfir hükmünü hak etmiÅŸ olmakta ve bu mesele, ister istemez iman-amel probleminin sahasına girmektedir. Oysa Sünnî ulema, kiÅŸinin inkâr etmedikçe iÅŸlediÄŸi bir günahın onu kâfir yapmayacağı fikrinde uzlaşı saÄŸlamış ve —meselâ Ebu Hanife— iman ile ameli birbirinden ayırmıştır. Üstelik ayet, daha ilk dönemlerde Haricî militanların parola haline getirdikleri bir inancın en önemli dayanaklarından biri olması hasebiyle, mevcut siyasal ve sosyal uzlaşım, ayetin bu ÅŸekildeki yorumuyla birlikte tehdit altına girmiÅŸ olacaktı. Nitekim günümüzde de herhangi bir Ä°slâm ülkesinde mevcut siyasî iktidarla fiilî mücadele halindeki her Ä°slâmî söylem, bu ayeti özellikle ve elbette tekfir amacıyla; bu yorumun tehdidi altında kalıp meÅŸruiyetlerini halklarına izah edemeyen iktidarlar ise, karşı tevilleri kendilerini müdafaa amacıyla kullanmaktadır.

​

Ayetin ehli kitap veya ehli ÅŸirk hakkında nazil olduÄŸunu söylemek, sorunu temelinden halletmemektedir; zira sebebin hususiliÄŸinin, hükmün umumiliÄŸine mâni olamayacağı taraflarca kabul edilmiÅŸ bir kaidedir. Bu nedenle daha baÅŸka çözümler bulunmalıydı ve bulunmuÅŸtur da:

  • Buradaki küfür “dinîn dışına çıkmak” manasındaki bir küfür deÄŸildir.

  • Ayette geçen “Allah’ın indirdiÄŸiyle hükmetmeyenler” ibaresi, “Allah’ın indirdiÄŸini inkâr edenler” veya “Allah’ın indirdiÄŸine inanmayanlar” ya da “Allah’ın indirdiÄŸini tasdik ermeyenler” manasındadır; “Allah’ın indirdiÄŸiyle amel etmeyenler” manasında deÄŸil!

 

Dikkat edilecek olursa bu izahlar, ayetin muhatapları içerisine Müslümanların dahil edilmesiyle birlikte bir deÄŸer taşımaktadırlar; aksi halde, yani muhatap Yahudiler veya müÅŸrikler olduÄŸu takdirde, bu izahların hiçbir deÄŸeri kalmamaktadır.

​

Bu misalden de anlaşılacağı üzere, söylenen ÅŸeyin kimi muhatap aldığı oldukça önemlidir ve muhatap ortada olmadığında anlam da ortada deÄŸildir. Muhatabın tayin edilememesi halinde, söylenen ÅŸeyin anlatılan deÄŸil, anlaşılan olması, anlama faaliyetinin öznesi durumunda olan kiÅŸi veya kiÅŸilerin muhatap olarak kendilerini tayin etmeleriyle sonuçlanması demektir. Bu (dolaylı) muhataplar sayesinde yeniden üretilen anlam ise, artık söylenen ÅŸey hakkında bize orijinal bir bilgi vermeyecektir; sadece söylenenden hareketle baÅŸka olguları bize açıklayacaktır o kadar! 

​

Nerede ve Ne Zaman Söylüyor?

Nasıl ki bir sözün bir ilk muhatabı varsa, varid olduÄŸu belli bir zamanı da vardır.

​

Biliyoruz ki Kur’an-ı Kerim bir zaman diliminde nazil olmaya baÅŸladı ve yine bir zaman diliminde nüzûlü sona erdi. Nüzûlü 23 küsur yıllık bir zaman diliminde gerçekleÅŸen kelâmı ilahı, Öncelikle o zaman diliminde ve yeryüzünün belli bir bölgesinde (Hicaz’da) yaÅŸayan insanlara hitap etti; yani Efendimizin (s.a) zamanında ve onun yaÅŸadığı topraklarda yaÅŸayan insanlara...

​

Kelâm-ı Ä°lahî, zaman ve mekân deÄŸiÅŸtiÄŸi için deÄŸiÅŸen konuları ele aldığından dolayı deÄŸil, zaman ve mekânın deÄŸiÅŸmesiyle deÄŸiÅŸmeyen konuları ele aldığından dolayı aÅŸkındır.

​

Burada, Kur’an’da geçen her ayetin her zamanda ve her mekânda hükmen ve fiilen geçerli olduÄŸu ifade edilmemektedir. Söylenen ÅŸudur: Hükme medar olan hâdiseler zaman ve mekânı aÅŸkın bir keyfiyet taşıyorlarsa (illet devam ediyorsa), hükümleri de aynı ÅŸekilde zaman ve mekânı aÅŸkındırlar. Mesela Kur’an’da Hz. Peygamberin (s.a) zevceleriyle evlenme yasağını bildiren ayetin mevcudiyetiyle birlikte Efendimizin hiçbir zevcesi hayatta olmadığı için bu yasaklama emrinin bir hükmü kalmamıştır. Çünkü illet ortada olmadığında, hüküm de ortadan kalkar. Bu nedenle Hz. Peygamber’in zevceleriyle evlenme yasağı getiren ayetin hükmü Kıyamet’e kadar deÄŸil, Hz. Peygamberin son zevcesi vefat edene kadar sürmüÅŸtür.

​

Anlam ve Zaman

1994 Türkiye’sinde ve özellikle metropollerde yaÅŸayan bir kimse, eline geçirdiÄŸi bir gazetenin ilk sayfasına büyük puntolarla mesela “Türban tüm sosyete kadınları arasında tüm hızıyla yayılıyor” ÅŸeklinde bir manÅŸet atılmış olduÄŸunu görse (ve fakat manÅŸetle ilgili haberin devamını okumasa), bu kiÅŸi bu haberi nasıl algılar? Bu haber, onun zihninde ne gibi bir anlamın doÄŸmasına yol açar? 

Biz bu misali deÄŸiÅŸik yerlerde vererek aynı soruları sorduk ve aldığımız cevaplar da hemen hemen aynı çerçevedeydi:

  • Sosyete kadınları örtünmeye baÅŸlamış...

  • Bu kadınlar demek ki imana geliyorlar...

  • Ne o, ÅŸeriat mı geliyor?

  • Ä°slam sosyete kadınları arasında çığ gibi yayılıyor... vs.

 

Kanaatimiz, bu haberi okuyan herkesin ilgili haberden bu ve benzeri sonuçlar çıkaracağı ÅŸeklindedir ve ‘anlaşılan’ da doÄŸrudur. Çünkü yıllardır bir baÅŸörtüsü trajedisini yaÅŸayan bir toplumda, bu haberin —sırf bu haliyle— baÅŸka bir ÅŸekilde algılanması güçtür.

​

Biz bu haberin, Cumhuriyetin ilk dönemlerinde basılmış bir gazetede yer aldığını ve mesela devrimlerin neticesiyle alâkalı olduÄŸunu öÄŸrensek, bu durumda aynı haberi aynı ÅŸekilde yorumlamamız mümkün olabilir mi?

​

Hiç kuÅŸkusuz ki hayır! Çünkü “anlamın tabii baÄŸlamı” dediÄŸimiz ÅŸey deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Haber gerçekten o dönemin gazetelerinde yer alsaydı, bunun anlamı kadınların açılıp saçılmaya baÅŸladıklarına veya belki de bir anlamda gâvurlaÅŸtıklarına delâlet edecekti; zira o dönemde kadınlar çoÄŸunlukla kapalı, baÅŸörtülü bile deÄŸil çarÅŸaflıydı.

​

Ä°ÅŸte bu misal bize göstermektedir ki ‘anlam’ zaman ile birlikte gerçekleÅŸen, “belirli bir zaman” içerisinde formunu bulan bir ÅŸeydir. 

​

Kur’an’ın nazil olduÄŸu zamanı dikkate almadan yapılan yorumlar, anlama faaliyetinin henüz daha başında iken doÄŸru anlam elde etmede baÅŸarısızlığa mahkûm olmuÅŸ yorumlardır. Zamanın doÄŸrulama ÅŸansı olmadığı her anlam, zamansız ortamlara çekilerek istenildiÄŸi gibi yoÄŸrulur. Anlam bir kere bu bağından kurtulmaya görsün, iÅŸte o zaman, özgürdür, artık isteyenin istediÄŸi gibi kendisini yoÄŸurmasını beklemeye baÅŸlamıştır; zaten öyle de olur.

​

Nasıl Söylüyor?

Ne söylendiÄŸi, niçin söylendiÄŸi, kime söylendiÄŸi, nerede ve ne zaman söylendiÄŸi önemli olmakla birlikte, bunlardan daha önemlisi, (bir ÅŸeyin) nasıl söylendiÄŸidir; zira diÄŸer sorular, söyleneni aÅŸan ve tabiatıyla söylenenin çevresindeki cevaplan almak maksadına matufturlar. Oysa söylenen ÅŸeyin “nasıl ve ne surette” gerçekleÅŸtiÄŸini bilmek demek, söylemin dilini bilmek demektir.

​

Kur’an’ın söyleneni nasıl dile getirdiÄŸi mesele edildiÄŸinde ilk akla gelen sorular, hiç kuÅŸkusuz Kur’an’da geçen kıssalar\ meseller ve mecaz, istiare, kinaye, teÅŸbih, temsil, tekrar gibi edebî sanatlardır. Gerçekten de bu sanatların Arap dilinde nasıl kullanıldığını bilmek demek, bu sanatları kullanan Kur’an-ı Kerim’in, maksadını nasıl ifade ettiÄŸini de büyük ölçüde bilmek demektir. Nitekim bu edebî sanatların önemini daha başından beri fark etmiÅŸ bulunan ilk Müslüman nesiller Kur’an dili olan Arap dilinin hususiyetleriyle ve belagatla ilgili olarak bizlere gerçekten büyük bir Ä°lmî miras bırakmışlardır.

bottom of page