Arayan Ä°nsan
Ä°slam'a GiriÅŸ
Kur'an'ın Apaçık Bir Kitap Olması
[“Kur'an'ın apaçık olması” konusu özellikle Kur'ancılık/Mealcilik akımının temelini oluÅŸturması açısından önemli. Ä°ddiaya basit, bu yüzden doÄŸrudan eleÅŸtiriler üzerinden konu deÄŸerlendirilecek.]
​
Kur’an’ı Anlama Sorunsalı
Muhammed Bahaeddin Yüksel'in Kur'an'ı Farklı Anlama Nedenleri (Ankara Okulu:2017) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kuran’ın anlaşılabilir bir kitap olup olmadığı meselesi, bizzat Kur’an'ın "DoÄŸrusu biz ders ve ibret alınsın diye Kur'an'ı kolaylaÅŸtırdık” ifadesiyle konuya açıklık getirdiÄŸi bir husustur. Yine Kur an, kendisinin anlaşılır bir kitap olduÄŸunu vurguladığı baÅŸka ayetlerle de bu hususu teyit etmektedir. Söz konusu ayetleri delil getirenler, Kur'an’ın anlaşılabilir bir kitap olduÄŸunu savunmuÅŸ, farklı düÅŸüncenin Kur'an ifadelerine aykırı düÅŸeceÄŸini dile getirmiÅŸlerdir. Ancak aynı görüÅŸte olmayan ikinci bir görüÅŸe göre ise Kur'an herkesin anlayabileceÄŸi bir kitap olmayıp çeÅŸitli ilim ve derin bir formasyonu gerektirmektedir. Kur’an’ı anlamanın bir sorun olmadığı, orada durduÄŸunu ve uygulanmayı beklediÄŸini, gerekli olanın ona samimiyetle yaklaÅŸmaktan ibaret olduÄŸunu ifade eden birinci görüÅŸ sahipleri, nüzulünden günümüze Kur'an'ın anlaşılmasında karşılaşılan problemleri görmezden gelirken: ikinci görüÅŸ sahipleri de Kur'an'ın anlaşılır bir kitap olduÄŸunu dile getiren ayetleri görmezden gelmektedir. Bir tarafta Kur’an’ın açık ayetleri; diÄŸer tarafta ise gözlemlenebilen bir vakıa söz konusudur.
​
Kur’an’ın mübîn oluÅŸuna halel getireceÄŸi düÅŸüncesiyle ikinci görüÅŸe rezerv koyan Mustafa Bühindî, Kur’an’ın mübîn olduÄŸunu, ayetlerinin hem beyan edilmiÅŸ hem de beyan edici olduÄŸunu, Allah’ın kullarına manası kapalı anlaşılmaz ifadelerle hitap etmeyeceÄŸini, Kur’an’ın özel bir sınıfa deÄŸil umuma indiÄŸini, bu sebeple de Kur’an ile insanlar arasında onun manası kapalı ayetlerini tefsir eden bir müfessir sınıfına ihtiyaç olmadığını ifade etmektedir.
​
Ne var ki Kur’an ilimleri üzerine yazılmış olan klasik kitaplar ve onların tekrarı mahiyetindeki günümüz çalışmaları bu görüÅŸün aksini savunmaktadır. ÖrneÄŸin ZerkeÅŸi ÅŸu üç sebepten dolayı tefsir ve ÅŸerhin bir ihtiyaç olduÄŸunu belirterek tefsirin gerekliliÄŸi yönündeki kanaatini ortaya koyar:
-
Müellif ince manaları veciz bir ÅŸekilde ifade edebilecek bir yetkinliÄŸe sahiptir, bu nedenle maksadının anlaşılması tefsiri gerektirir.
-
Müellif, konunun anlaşılması kesinlikle ön bilgi ve malumat gerektiren mukaddimeyi, konunun yeterince açık olduÄŸu düÅŸüncesiyle terk etmiÅŸtir, bu durumda tefsir zorunlu olur.
-
Kavramlar mecaz, müÅŸterek ve çoklu anlamlara delalet ederse, bu durumda tefsir gerekli olur.
Ardından da ÅŸöyle devam etmektedir; Kur’an-ı Kerim Arapların en fasih oldukları bir zamanda açık bir Arapça ile indirilmiÅŸtir. Onlar, Kur’an’ın zahirlerini ve hükümlerini biliyorlardı. Muradını ifade eden ince anlamlara gelince: bunlar, kendilerine ancak araÅŸtırma ve düÅŸünmeden sonra zahir oluyordu. Çok defa da Hz. Peygambere sormalarıyla bu inceliklerin künhüne vakıf olabiliyorlardı. O halde onların muhtaç oldukları ÅŸeye bizler daha ziyade muhtacız. Hatta bunlara ilaveten, onlar gibi öÄŸrenim görmeden dil kaidelerini de idrakten aciz olduÄŸumuz için sahabenin ihtiyaç duymadıkları zahir hükümlerde dahi tefsire ihtiyacımız vardır. Öyle ise bizler insanların tefsire en çok muhtaç olanlarıyız.
​
Kur’an Ä°limleri üzerine daha sonra yazılan eserlerde de benzer yaklaşımı görmek mümkündür. ÖrneÄŸin, Kur’an’da konu edinilen meseleler arası alakaları görmek, lafızların incelikleri, kıssaların tafsilatı, Arap olmayanların istifadelerinin saÄŸlanması tefsiri gerekli kıldığı ifade edilmiÅŸtir.
​
Yine Kur’an’ın, ilk muhataplarının ıstılah olarak anlamını bilmedikleri “salat”, “zekât" ve benzeri birtakım kavramları kullanmış olması: kâinatın geniÅŸlemesi, arzın yuvarlaklığı, yer çekimi, güneÅŸin kendi yörüngesinde dönmesi, hava basıncının varlığı, üç karanlık mucizesi, parmak izi gibi kevni (kozmolojik) bilimsel gerçekleri içeriyor olması tefsiri gerekli kıldığı düÅŸünülen sebeplerden bazılarıdır.
Ä°bn Haldun ÅŸöyle demektedir:
“Bil ki Kuran, Arap dili ve Arap dilinin üslup ve belâgatiyle nazil olmuÅŸtur. O nazil olduÄŸunda Arapların hepsi Kur'an’ı anlıyorlardı ve onun bütün ayrı ayrı kelime ve terkiplerindeki manaları biliyorlardı.”
​
Ahmet Emin, Ä°bn Haldun'un bu sözlerine itiraz eder: “Ä°bn Haldun'un bu sözü doÄŸru deÄŸildir; zira Kur’an'ın sırf Arap dili üzere inmiÅŸ olması onun bütün Araplar tarafından kelime ve terkiplerinin manalarının tamamını bilmesini gerektirmez" der ve nice kitabın dilinin biliniyor olmasına raÄŸmen anlaşılmadığı; zira anlamanın sadece dil bilgisi ile gerçekleÅŸmediÄŸi, bunun yanında anlayan konumunda olan kiÅŸinin, anlamak istediÄŸi kitabın ihtiva ettiÄŸi ilmi anlayabilecek bir seviyede bulunması gerektiÄŸini vurgular ve ardından iddiasını detaylandırır.
​
Ahmet Emin’i haklı gören Suat Yıldırım ise; “Selikaları bozulmadığından, o devrin Arapları lügat bakımından Kur’an’ı anlıyorlardı. Ancak, lügavî manaları bilmekle, layıkıyla anlayamayacakları meseleler de vardı.” diyerek aynı görüÅŸü paylaÅŸtığı Ahmet Emin'in, Ä°bn Haldun’u tenkide tabi tutmasında onu haklı görmektedir.
​
Ebubekir Sifil'in Müslümanca Bir Hayat Ä°çin (Ravza:2016) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kur'an'ın Apaçık Bir Kitap Olması Ne Demek?
Bahse konu ettiÄŸimiz söylemin en gözde delillerinin başında, Kur’an’ın, kendisini “apaçık bir Kitap” olarak tavsif etmesi geliyor. Meselenin böyle “mutlak” bir ifadeyle kapatılamayacak kadar önemli açılımları bulunduÄŸunu söylemeye kalkıştığınızda hemen “Kur’an’a muhalefet etmek ve Allah’ın mesajıyla insanlar arasına engeller koymaya çalışmak”la suçlanıyorsunuz.
​
Acaba iÅŸin doÄŸrusu ne?
​
Kur'an’ın kendisini “apaçık bir Kitap” olarak tavsif ettiÄŸi doÄŸru. Ama bizzat Kur’an’da müÅŸahede ettiÄŸimiz baÅŸka doÄŸrular da var. Bunları maddeler halinde ÅŸöyle sıralayabiliriz:
1.Kur’an, nazil olduÄŸu dönemden bu yana insanoÄŸlunun karşılaÅŸtığı her türlü problemin birebir çözümünü açık bir ÅŸekilde ihtiva etmekte midir? Bu soruya “evet” cevabı vermek mümkün olmadığına göre, “Kur’an’ın apaçık bir Kitap” olmasının, insanoÄŸlunun karşılaÅŸtığı ve karşılaÅŸacağı bütün meselelerin birebir çözüme kavuÅŸturduÄŸu anlamına gelmediÄŸi kendiliÄŸinden ortaya çıkmaktadır.
​
Burada muhtemel bir yanlış anlamanın önüne peÅŸinen geçmiÅŸ olmak için hemen bir parantez açalım: Yukarıda, “Kur’an, insanoÄŸlunun meselelerine “birebir’ çözüm getirmemektedir” dedik. Bu, meselelerin çözümünün Kur’an’da kimi zaman somut biçimde, kimi zaman da ilke düzeyinde verildiÄŸi gerçeÄŸini göz ardı ettiÄŸimiz anlamına gelmemektedir. Burada kastımız, her türlü meselenin somut çözümünün bir “ÅŸablon” olarak Kur’an’da yer almadığını anlatmaktır.
​
2.Bir önceki maddede ifade ettiÄŸimiz gerçek karşısında ÅŸöyle bir muhtemel itiraz ileri sürülebilir:
“Kıyamete kadar vuku bulmuÅŸ ve bulacak bütün meselelerin tek tek çözümü Kur’an’da mevcut deÄŸildir, bu doÄŸru. Ama bu durum, Kur’an’ın kendisini “apaçık bir Kitap” olarak tarif ettiÄŸi gerçeÄŸini ortadan kaldırmıyor. Bu demektir ki, Kur’an’da hiçbir kapalılık, anlaşılmazlık yoktur ve Kur’an’da yer alan her ayet, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilir yapıdadır.”
Bu itiraza ÅŸöyle mukabele ederiz:
Kur’an’ın kapağını açıp sureler ve ayetler arasında arı-duru bir zihin yapısıyla gezinmeye baÅŸladığımız vakit göreceÄŸiz ki, bu “apaçıklık” durumu, bütün ayetler için geçerli deÄŸildir.
Söz gelimi Kur’an’da bazı surelerin başında “huruf-u mukattaa“ dediÄŸimiz birtakım harfler bulunduÄŸunu biliyoruz ve bunların anlamı konusunda insanlar tarafından son söz hiçbir zaman söylenemeyecektir. Demek ki Kur’an, “huruf-u mukattaa” noktasında “apaçık bir Kitap” deÄŸildir.
​
Yine Kur’an, ihtiva ettiÄŸi ayetler arasında “muhkem” olanlar yanında “müteÅŸabih" olanların da bulunduÄŸunu haber vermektedir. EÄŸer “Kur’an’ın apaçık bir Kitap” olduÄŸu vakıasını, ihtiva ettiÄŸi her ayet hakkında geçerli kabul edersek bu durumu nasıl açıklayabiliriz? Ä°lgili ayetin ifadesinin nerede bittiÄŸi konusundaki ihtilaftan sarf-ı nazar ederek konuÅŸacak olursak, ister müteÅŸabih ayetlerin anlamının sadece Allah Tealâ tarafından bilindiÄŸini söyleyelim, isterse “ilimde rüsuh sahibi olanlar”ın da bu ayetlerin anlamına vakıf olabileceÄŸi görüÅŸünü kabul edelim, problem varlığını sürdürmeye devam edecektir. Zira ikinci ihtimali kabul ettiÄŸimiz takdirde bile Kur’an’ın bazı ayetlerinin sadece belli insanlar tarafından anlaşılabilecek bir yapıda olduÄŸunu söylemiÅŸ oluruz ki, bu da “Kur’an’ın apaçık bir Kitap” olmasının her ayet hakkında geçerli bir durum olmadığını itiraf etmek demektir.
​
3.“Kur’an’ın apaçık bir Kitap” olduÄŸu söylenirken, ilmi ve kültürel seviyesi ne olursa olsun her okuyanın Yüce Allah'ın muradını tam olarak rahatlıkla anlayabileceÄŸi kastedilir ki, konu hakkında iÅŸlenen en önemli hata belki de budur.
​
Mesela Hz. Ömer (r.a) gibi büyük bir sahabinin bile bazı ayetlerin/kelimelerin nasıl anlaşılması gerektiÄŸi konusunda baÅŸkalarının görüÅŸüne müracaat etmek zorunda kaldığını biliyoruz. Kaynaklar onun, Abese, 31 ayetindeki “ebbâ”, Nahl, 47 ayetindeki “tahavvuf ve Nisa, 12 ve 176 ayetlerindeki “kelâle" kelimelerinin ne anlama geldiÄŸini bilmediÄŸini ve baÅŸkalarına sorduÄŸunu nakletmektedir.
Yine tefsirlerde ve Ulûmu’l-Kur’an kitaplarında Sahabe’den pek çok kimsenin, manasını anlamadığı kelimeleri/ ifadeleri bizzat Efendimiz (s.a.v)’e sorarak öÄŸrendiÄŸini anlatan rivayetlerin varlığından haberdarız. Konuyu fazla uzatmış olmamak için ayrıntıya girmeyeceÄŸiz.
​
Bütün bunlar bize açık bir ÅŸekilde göstermektedir ki, Sahabe gibi Hz. Peygamber (s.a.v)’in eÄŸitim ve terbiyesinde yetiÅŸmiÅŸ, fasih Arapça konuÅŸan ve Arap dilinin bütün inceliklerine vakıf olan neslin bile bazı ayetlerin (veya ayetlerdeki kelimelerin) manasını anlamadığı oluyordu.
​
Öte yandan Kur’an’da “mücmel" (tafsilatı verilmeyen) ayetler bulunması da konumuz açısından önemli bir vakıadır. Mesela namazı ve zekâtı emreden ayetler böyledir. Namazın nasıl, ne vakit ve kaç rekât kılınacağı... ile zekâtın ne miktar, ne zaman ve ne ÅŸartlarda verileceÄŸi soruları Kur’an’da açıklığa kavuÅŸturulmamıştır. Öyleyse bu ve benzeri konulardaki mücmel ayetlerin “apaçık” olduÄŸunu söylemenin pratik bir anlamı bulunmadığını kabul etmek zorundayız.
​
Dücane CündioÄŸlu'nun Anlam'ın Tarihi (Kapı:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
Kur'an'ın Apaçık Olması
Allah Teala’nın, muradını insanoÄŸluna ‘söz’ (kelam) aracılığıyla bildirip Kur’an’ı “muradının bir ifadesi” kıldığı günden itibaren, müminlerin baÅŸlıca vazifesi, hiç ÅŸüphesiz onu anlamak, anlatmak ve yaÅŸanılır kılmak olmuÅŸtur. Kur’an-ı Kerim’in nüzulü, belli bir zamanda, belli bir mekânda (Hicaz’da) ve belli bir insan topluluÄŸu (Araplar) arasında gerçekleÅŸtiÄŸi için, onun belli bir dille (Arapçayla) beyan edilmesi de gayet tabii idi. Nitekim Kur’an’da tam altı yerde (Yusuf: 2; Taha: 113; Zümer: 28; Fussilet: 3; Åžura: 7; Zuhruf: 3) ve bahusus sıfat-mevsuf halinde “Kur’anen Arabiyyen” tabiriyle bu duruma iÅŸaret edilmiÅŸtir.
​
Allah Teala, ilk ve doÄŸrudan muhataplarına kendi dilleriyle, kendi gelenekleri, kendi kültürleri içerisinden çıkan, bildikleri, anladıkları, hissettikleri bir dille, Arap Dili’yle hitap etmeyi dilemiÅŸ ve bunun, muradını anlamayı kolaylaÅŸtırıcı bir lütuf olduÄŸunu söylemiÅŸtir.
​
Cenab-ı Allah, bidayetten beri tüm peygamberleri kendi kavimlerinin diliyle göndermiÅŸ, peygamberler de iÅŸitip itaat etmelerini temin maksadıyla murad-ı ilahi’yi mensubu oldukları kavimlerin dilleriyle tebliÄŸ etmiÅŸlerdir:
Biz her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara beyan etsin. (Ä°brahim: 4)
Burada, her peygamberin kendi kavminin diliyle gönderilmesinin illeti makamında zikredilen “onlara beyan etsin” ifadesinin doÄŸru anlaşılması gerekir; zira Kur’an’ın “açık-anlaşılır bir dille” inzal edildiÄŸini bildiren ayet-i kerimeler (Nahl: 103; Åžuara: 193-194; Fussilet: 43), günümüzde umumiyetle Kur’an’ın salt üslup ve muhtevasıyla alakalı ifadeler olarak ele alınmakta, bundan da Kur’an’ın bugün için basit, sade, okunur okunmaz bir çırpıda anlaşılabilecek delaletlere sahip bir metin olduÄŸu neticesi çıkarılmaktadır. “Kur’an’ın herkes tarafından anlaşılamayacağı, onu sadece alimlerin anlayabilecekleri, dolayısıyla halkın Kur’an’ı, Kur’an’ın çevirilerini okumamaları ve alimlerin yazmış oldukları kitaplarla yetinmeleri gerektiÄŸi” ÅŸeklinde yaygınlık kazanmış gelenekçi retoriÄŸin halk üzerindeki hakimiyetine karşı, “Kur’an’ın anlaşılmak için indirildiÄŸi, her zaman herkesin istifadesine açık bir Kitap olduÄŸu ve Kur’an’ı ulema sınıfının tekeline vermeye kimsenin hakkının bulunmadığı” ÅŸeklinde çaÄŸdaÅŸ bir söylem zuhur etmiÅŸ, ulemanın etkisinin azalması ve eÅŸzamanlı olarak çevirilerin yaygınlaÅŸmasıyla da bu söylem, Kur’an’ın her zaman ve herkes tarafından anlaşılabileceÄŸi hususunda, mezkur ayetleri iddialarının bir referansı olarak göstermek cihetine gitmiÅŸtir. Nitekim Kamer Suresi’nde dört kez tekrarlanan ÅŸu ifade de bu söylemin teyidi sadedinde bir delil olarak kullanılmaktadır:
Kur’an’ı düÅŸünsünler diye kolaylaÅŸtırdık. Fakat düÅŸünen mi var? (Kamer: 17)
Acaba bu ve benzeri ifadeler, Kur’an’ın (ve pek tabii ki bugün için “Kur’an çevirilerinin”) muhtevasının basitliÄŸine, sadeliÄŸine, her zaman ve herkes tarafından kolay bir biçimde anlaşılabileceÄŸine mi delalet etmektedir?
​
Ä°lk bakışta, ayetlerde zikredilen “kolaylaÅŸtırma”nın (teysir) bu tür bir yaklaşımı teyid ettiÄŸi ve bu baÄŸlamda Kur’an’ın bugün için ‘kolay bir metin’ olduÄŸu görüÅŸüne kapı açtığı zannedilebilir. Oysa mezkur ayetlerde kolaylaÅŸtırmanın keyfiyeti açıklanmamış ve daha da önemlisi “böyle bir hususiyetin Kur’an’ın ilk muhatapları için ne tür bir deÄŸer taşıdığı” belirtilmemiÅŸtir. Mücmel bir surette söz konusu edilen tebyin ve teysir’in keyfiyeti, Kur’an’ın muhteva ve üslubuna yönelik olsaydı, ilk muhatapların zihninde bu teÅŸebbüsü makul kılabilecek aksi bir tecrübenin de mevcut olması gerekirdi; yani Kur’an’ın ilk muhataplarının (Arapların) ellerinde, ifadeleri açık, anlaşılır ve kolay bir metinle mukayese edebilecekleri, açık olmayan, zor anlaşılabilen, hatta anlaşılamayan metinlerin bulunması lazım gelirdi ki kendilerine “Kur’an’ın böylesi bir metin olmadığını” vurgulamanın bir manası olsun.
​
Eldeki veriler, Kur’an’ın nüzul döneminde Arapların bu tür metinlere sahip olduklarını iddia etmeyi pek mümkün kılmamaktadır; üstelik önlerinde bu tür metinler olsaydı bile, ümmi bir kavim olan Arapların onları okumaları da mümkün deÄŸildi. O halde sözkonusu beyan’ın ve teysir’in anlamı nedir? Bu ‘kolaylaÅŸtırma’, düÅŸünmeyi ve öÄŸüt almayı mümkün kılmaya matuf bir ameliye olduÄŸuna göre, ‘düÅŸünmek’ ile ‘Kur’an’ın kolaylaÅŸtırılması’ arasında ne gibi bir alaka vardır? Bu suallerin cevabı, yine Kur’an’ın kendisi tarafından verilmekte ve mücmel olarak zikredilen teysir’ul Kur’an’ın keyfiyeti ÅŸu iki ayette açıklığa kavuÅŸturulmaktadır:
-
Sırf ÅŸu Kur’an’ı senin lisanın üzere [indirmek suretiyle] kolaylaÅŸtırdık ki düÅŸünebilsinler. (Duhan: 58)
-
Sırf ÅŸu Kur’an’ı senin lisanın üzere [indirmek suretiyle] kolaylaÅŸtırdık ki onunla muttakileri müjdeliyesin, inatçıları da inzar edesin. (Meryem: 97)
GörüldüÄŸü üzere, bu iki ayette, kolaylaÅŸtırmanın esasen “üslup ve muhtevanın kolaylaÅŸtırılması” demek olmayıp, bilakis hitabın kendi dilleriyle yapılması suretiyle (Hz. Peygamber’in lisanı üzere) gerçekleÅŸtiÄŸi ifade edilmektedir; yani tezekkür, tebÅŸir ve inzar eylemleri, Kur’an’ın Araplara kendi dilleriyle, Arapça olarak seslenmesi sebebiyle mümkün olmaktadır. Åžayet Allah Teala —Fussilet: 44 ayetinde bildirildiÄŸi üzere— onlara baÅŸka bir dille hitap etseydi, kendilerine ‘ne denildiÄŸini’ anlayamayacaklar ve ‘söylenilen’ üzerinde düÅŸünemeyeceklerdi.
​
Araplar, Yahudilerin ve Hristiyanların ellerinde Kutsal Kitaplar bulunduÄŸunun ve üstelik bu Kitapların baÅŸka bir dilde yazılı olduÄŸunun farkındaydılar. Hz. Musa ve Hz. Ä°sa gibi peygamberler kendi kavimlerinden deÄŸillerdi, onların tebliÄŸ ettikleri Kitaplar da Arapça deÄŸildi; dolayısıyla kendi dillerinde (Arapça olarak) beyan edilmedikçe, bu kitaplarda ne yazıldığını bilmeleri de mümkün deÄŸildi.
​
Mübin
Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün SöyleÅŸiler, Polemikler (Ankara Okulu: 2014) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.
​
Evet, Kur’an mübin ama hangi anlamda mübîn. Hiç ÅŸüphesiz ÅŸu anlamda mübîn:
“Ey insanlar! Allah’ın ulûhiyet ve rubûbiyette eÅŸsiz/ortaksız olduÄŸunu anlamak için izaha gerek var mı? Allah’a saygı bilinciyle yaÅŸayın; tevhid inancından ayrılmayın; ana babanıza iyi davranın, adaletten ÅŸaÅŸmayın, yalan dolandan, gıybet, iftiradan, ayıp kusur aramaktan kaçının. Elinizde bir dilim ekmeÄŸiniz varsa, yansını aç ve muhtaç insanlarla paylaşın. Kısaca adam olun ve benim huzuruma adam gibi, yüzünüz ak olarak çıkın. Sizden Ä°steklerim ve beklentilerim gayet açık ve anlaşılabilir deÄŸil mi?”
​
Hiç ÅŸüphesiz, Kur'an bu ana mesajlar açısından gayet mübîndir. Gerçek bir mümin ve Müslüman olma noktasında Kur’an’dan daha açık bir kitap yoktur. Ama gelin görün ki siz televizyonda mümin olma kaygısından çok, "Cennette Ferrarimiz olacak mı?” gibi lüzumsuz meseleler hakkında konuÅŸuyorsunuz. Sizin bir nevi geyik muhabbeti olarak konuÅŸtuÄŸunuz türden ÅŸeylerle ilgili olarak Kur’an ferrariden deÄŸil, çöldeki Arabın çadırından, devesinden… söz ediyor.
​
Ama eÄŸer siz “Kur’an baÅŸtan sona her kelimesi ve her ayetiyle gayet mübîndir” derseniz, o zaman size ÅŸehadet ayetleri (Mâide 5/106108), Hârüt-Mârût kıssası müfessirlere saç baÅŸ yoldurduÄŸunu hatırlatmak Ä°sterim. EÄŸer biri çıkıp Kur’an baÅŸtan sona mübîndir diyorsa, ben bu sözü katıksız cahilliÄŸe yorarım. Öte yandan. Kur'an'ın nüzul sürecindeki sosyal ve kültürel matristen, özellikle de Hz. Peygamber’in siret ve sünnetinden bağımız bir metin olarak doÄŸru anlaşılıp yorumlanacağı iddiasını ise cahilliÄŸin daniskası olarak nitelerim.