top of page
mozturk.png

YaÅŸayan Sünnet

Prof.Dr.Mustafa Öztürk'ün Kur'an ve Tarihsellik Üzerine (Ankara Okulu: 2018) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

Vahyin nüzul ortamına tanıklık eden ilk Müslüman nesilden sonraki diÄŸer bütün Müslümanlar farklı tarihsel kesitlerde Kur’an vahyiyle iki kapak arasında yazılı bir metin olarak tanıştılar. Hâliyle, Kur’an metninde, hem belli bir konuda emir içeren hem de bu emrin ilga edildiÄŸine iÅŸaret eden ayetlerle karşılaÅŸtılar. Bu yüzden kaçınılmaz olarak nasih-mensuh meselesini dikkate almak durumunda kaldılar ve sonuçta âlimlerin hemen hepsi Kur’an’da nesh bulunduÄŸuna kail oldular.

​

Burada ciddi ÅŸekilde ele alınıp tartışılması gereken soru ÅŸudur: Kur’an’ın yirmi küsur yıl gibi oldukça kısa bir süre zarfında sosyolojik deÄŸiÅŸim ve dönüÅŸüm uyarınca kendi hükümlerini revize ettiÄŸi, üstelik bu revizyonda mensuh ayetler ve hükümler sonraki ulemanın önemli kısınınca ebedi ilga/ iptal kategorisinde deÄŸerlendirildiÄŸi halde, böyle bir görüÅŸü benimseyen ulemanın Kur’an vahyinin rehberliÄŸinden ÅŸüphe etmemiÅŸ olması nasıl izah edilebilir?

​

Bize göre bu kritik sorunun cevabı, ilk Müslüman nesillerin Kur’an ve Ä°slam anlayışında saklıdır. Bu anlayış ise “yaÅŸayan sünnet" kavramında karşılık bulur. YaÅŸayan sünnet ten kastettiÄŸimiz ÅŸey, Hz. Peygamber in Kur’an vahyiyle iç içe geçmiÅŸ biçimde fiilen yaÅŸadığı ve sahabesine yaÅŸattığı hayat tecrübesidir. Sahabe Hz. Peygamber’den sonraki zamanlara yirmi üç yıllık bu tecrübe içerisinde kazandığı Müslümanca anlayış ve kavrayışla intibak etmiÅŸ, yeni zamanlar içinde baÅŸ gösteren problemlere de yine aynı anlayış ve kavrayışla ürettiÄŸi re’y ve ictihad formülleriyle çözüm üretmiÅŸtir. Bu itibarla yaÅŸayan sünnet baÅŸta sahabe nesli olmak üzere tüm Müslümanların dini-ahlâkî kimliklerinin hem oluÅŸmasında hem de bu kimliklerin fiilî tevatür yoluyla çaÄŸdan çaÄŸa aktarılmasında en temel unsurdur.

​

Hz. Peygamber in vefatını müteakiben Kur’an’ın iki kapak arasında mushaflaÅŸtırılması ve daha sonraki süreçte Sünnetin de hadis rivayeti formunda kayıt altına alınması neticesinde kaçınılmaz olarak dinî deliller hiyerarÅŸisi oluÅŸmuÅŸ ve muhtemelen Allah ile Peygamber arasındaki ontolojik farka göre konumlandırılmıştır. Hâlbuki vahyin nazil olduÄŸu dönemde Kur’an ile Sünnet birbiriyle iç içe olmuÅŸ ve bu keyfiyet sahabe tarafından etle tırnak gibi algılanmıştır. Buna mukabil Ä°slâmî ilimlerin teÅŸekkülüyle birlikte Müslümanlar Kur'an ile Sünnet’i birbirinden bağımsız iki kaynak gibi algılamış, bunun da ötesinde Kur’an’ın her halükârda Sünnete takaddüm ettiÄŸi fikrine kail olmuÅŸlardır. Oysa gerçekte Hz. Peygamber ve kimi zaman da sahabe güncel hayatın içinde ilk adımları atmış, vahiy çok kere bu adımları onaylamak üzere nazil olmuÅŸtur.  

​

Hz. Peygamber’in en büyük baÅŸarısı, tesis ettiÄŸi yeni toplum ve gelenektir. Bu gelenekten maksat Sünnet’tir. Nüzul dönemindeki geleneÄŸin günümüzdekinden en önemli farkı, Hz. Peygamber ve sahabeye ait davranışların vahiy yoluyla denetlenmiÅŸ olmasıdır. Bizim bugün Sünnet dediÄŸimiz ÅŸey sahabe nesli için Hz. Peygamber’in fiilî rehberliÄŸi idi. Sahabe, “Kur’an bize yeter” yahut "Hz. Peygamberin söyledikleri vahiy mahsulü mü yoksa ictihad mı? Peygamber Kur’an dışında hüküm koyabilir mi?" gibi meselelere de yabancı idi. Münferit bazı vakalardan hareketle genellemeler yaparak o dönemde böyle meselelerin tartışıldığım iddia etmek isabetli bir yaklaşım deÄŸildir.

​

Sahabe nesli Kur’an’la iliÅŸkisini Hz. Peygamber’in sünnetiyle birlikte kurduÄŸundan, dolayısıyla ayetleri her bir tikel problemin çözümünde baÅŸvurulacak hukuk kodlan gibi algılamadığından, bilhassa vahyin sona ermesinden sonraki süreçte ortaya çıkan sorunlara da yaÅŸayan sünnet tecrübesine dayalı olarak re’y ve ictihad yoluyla çözüm üretmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda spesifik bir örnek vermek gerekirse, müfessirler ve fakihlerin büyük çoÄŸunluÄŸu haranı aylarda savaÅŸmanın yasak olduÄŸuna iliÅŸkin Kur’an ahkâmının mensuh olduÄŸu fikrini benimsemiÅŸtir. Bu âlimler sahabe neslinin Hz. Peygamber'den sonraki dönemde fetih ve cihad faaliyetlerine kesintisiz olarak devam ettiÄŸi ve herhangi bir sahâbînin haram ay gerekçesiyle savaÅŸmaktan vazgeçtiÄŸi yönünde hiçbir bilgi nakledilmediÄŸi gerekçesini öne sürmüÅŸlerdir. Hanbelî fakih Ä°bn Receb’in (ö. 1393) ifadeleriyle aktarmak gerekirse, sahâbiler Rasûlullah’ın vefatından sonraki dönemlerde kesintisiz olarak fetih ve cihad faaliyetlerini sürdürmüÅŸlerdir. Hiçbir sahâbiden haram aylar sebebiyle savaÅŸmaktan geri durduÄŸuna dair herhangi bir bilgi nakledilmemiÅŸtir. Bu durum sahabe neslinin haram ayalarda savaÅŸmanın yasak olduÄŸuna iliÅŸkin hükmün nesh edildiÄŸi konusunda hemfikir olduÄŸunu gösterir.

​

Bütün bu bilgiler ve görüÅŸler Kur’an'daki bir hükmün re’y ve ictihad yoluyla belli bir tarihsel durumda yürürlükten kaldırıldığı anlamına gelir. Yürürlükten kaldırma tüm zamanlar için geçerli olmayabilir. Sözgelimi, Hz. Ömer döneminde askıya alınan bir hüküm baÅŸka bir dönemde tatbik zemini bulup uygulanabilir; fakat bizim burada tartıştığımız mesele belli bir dönemde uygulanmayan bir Kur’an hükmünün baÅŸka bir dönemde uygulanabilir olup olmadığından ziyade, söz konusu hükümlerin her durum ve ÅŸartta lafzı mucebince uygulansın diye vaz edilmediÄŸidir.

​

Prof.Dr. Mustafa Öztürk'ün Kur'an'ı Anlama Yolunda (Kuramer:2017) adlı toplantı kitabındaki konuÅŸmasından kısaltılarak alınmıştır.

Biz Ä°slam ve Müslümanlığı nüzul döneminde ortaya konulan ve o tarihten bu yana büyük bir mecrada akan dinamik gelenek ve yaÅŸayan sünnetten öÄŸrendik. Tarihsel süreçte yaÅŸayan sünnet nehrine birçok atık madde karıştığı ÅŸüphesizdir. Kuran bu noktada bir nevi filtre ve arıtma iÅŸlevine sahiptir ve fakat Ä°slam’ı yeniden üretme kaynağı deÄŸildir. Ayrıca, Kur’an’ın filtreleme iÅŸlevini görmesi için ilk ve aslî anlamının bilinmesi gerekir. Aksi halde, atık maddelerin veya çerçöp gibi fikirlerin bizatihi Kurana refere edilmesi iÅŸten bile deÄŸildir.

​

Evet, “Kur’an ahkâmı tüm zamanlarda lafzî mucibiyle tatbik maksadıyla vaz edilmemiÅŸtir” dedim. Fakat dikkat ederseniz, “Kur’an ahkâmı bir kereliÄŸine ve sadece o dönemde geçerliydi” demedim. Kur’an’daki bir fıkhî hüküm bugünkü sosyolojide de pekâlâ uygulanabilir. Bununla birlikte, söz konusu hüküm günümüzde menatını kaybetmiÅŸ de olabilir. Çünkü hüküm, toplumsal düzenle ilgilidir. Toplum ve sosyoloji son derece dinamik ve deÄŸiÅŸkendir. 

​

sevketkotan.png

​

Åževket Kotan'ın'ın Kur'an ve Tarihselcilik (Beyan:2011) adlı kitabından kısaltılarak alınmıştır.

​

YaÅŸayan Sünnet EleÅŸtirisi

Fazlur Rahman'ın Kur'an'a iliÅŸkin düÅŸüncesi özetlenecek olursa iki maddede ifade edilebilir:

  1. Kur'an'ın gerek tek tek ayetlerinin gerekse tamamının Allah'ın niyetini ifade edecek lafız-ötesi manası deÅŸifre edilebilir, nesnel olarak anlaşılabilir. Bugünün tarihselliÄŸi ve de bu tarihsellikte yaÅŸamakta olan anlayan öznenin tarihsel koÅŸulları buna engel teÅŸkil etmez. Sadece bunun olabilmesi için, doÄŸru bir anlama-yorumlama metodolojisine ihtiyaç vardır. Bu metodolojinin doÄŸru bir metodoloji olması için de Kur'an'ın indiÄŸi tarihsel arka planı göz önünde bulunduran ve hükümlerinin, prensiplerinin tarihsel olduÄŸunu kabul eden bir metodoloji olması gerekir. Yeni-tarihselci bir metodolojiye olan inancı, bu yüzden onu bir yöntem kurmaya götürmüÅŸtür.

  2. Onun nesnelciliÄŸi, öyle anlaşılıyor ki, iki nedene dayanmaktadır; bunlar modernizmin temel tezlerine ve geleneÄŸine olan baÄŸlılığı ile hedefi olan bir nevi serbest içtihad mahiyetindeki içtihad teorisine düÅŸünsel temel bulma gereksinimi diye ifade edilebilir. Çünkü bütün argümantasyonu dönüp dolaşıp bu noktada odaklanmaktadır. Yeni deÄŸiÅŸimci içtihad teorisi pratize edildiÄŸi takdirde, modern dünyada Müslümanların Müslümanca bir hayata iliÅŸkin bütün sorunlarının çözüleceÄŸini düÅŸünmektedir. Onun geleneksel içtihad anlayışını yetersiz bulması da bu nedene dayanmaktadır. O, ulemadan farklı olarak içtihad faaliyetinde nassın icap ettiÄŸi her durumda aşılabileceÄŸini, Kur'an’ın genel ilkeleri doÄŸrultusunda bir yenisiyle deÄŸiÅŸtirilebileceÄŸini önermektedir. Bunun da ötesinde o bunu zaruri olarak görmektedir; çünkü modern durumda ve farklı tarihselliklerde bu kaçınılmazdır. Kaldı ki ona göre zaten hükümler, belli bir tarihsel ortama hitap eden tarihsel hükümlerdir, dolayısıyla bunların, Kur'an'ın atmış olduÄŸu adımın devam ettirilmesi ve ileri götürülmesi olarak deÄŸiÅŸmeleri gerekmektedir. Yoksa bu hükümleri deÄŸiÅŸmez-sabit hükümler olarak ele alan geleneksel anlayışın bunların sadece arızi durumlarda nassa dayanan yeni bir hükümle deÄŸiÅŸebileceÄŸini iddia ettiÄŸi gibi, Kur'an'ın hükümleri deÄŸiÅŸmez deÄŸildir.

 

Fazlur Rahman, Kur'an hakkındaki bu görüÅŸüne meÅŸruiyet kazandırmak için olmalı ki, ona teorik-düÅŸünsel bir temel olsun diye modernist bir tarihselciliÄŸi, ÅŸer'i bir temel olsun diye de teorisine hizmet edecek bir muhtevaya kavuÅŸturmak suretiyle "YaÅŸayan Sünnet”i baz almıştır. Böylelikle teorisinin, Müslümanları da ikna edecek ÅŸer'! bir hüviyete sahip olduÄŸunu göstermek istemiÅŸ olmalıdır. Böyle ifade ediyoruz; çünkü iyi" incelendiÄŸinde, daha önce mahiyetini anlattığımız "YaÅŸayan Sünnet” formülasyonunun, gerçekte tarihi verilerle uyum arz etmediÄŸi görülmekte bunun yanında müsteÅŸriklerin bu konudaki görüÅŸlerini hatırlatmaktadır. DiÄŸer bazı müsteÅŸrikler gibi "yaÅŸayan gelenek” kavramının mucidi J. Schacht, ilk devir Müslümanlarının, nass yerine ortaya çıkan her meselede kendi mutabakatlarına göre hareket ettiklerini ileri sürmekte ve bu görüÅŸlerini desteklemeye müsait bazı tarihi verileri örnek göstermektedir. Teorisini Schacht’ın "yaÅŸayan gelenek” kavramının bir baÅŸka ifade ÅŸekli olan "YaÅŸayan Sünnet”le kavramsallaÅŸtıran Fazlur Rahman'ın, bu kavramı Schacht’tan ödünç aldığına dair elimizde somut bir bilgi olmamakla birlikte bu kavrama yüklediÄŸi anlam Schacht'ın bu kavrama yüklediÄŸi anlamla karşılaÅŸtırıldığında büyük oranda benzerlik arzetmektedir.

​

Bu yüzden Nassın ve Nebevi Sünnet'in otoritesini flülaÅŸtıran bu teori, tarihi gerçeklerden çok müsteÅŸriklerin teolojik alışkanlıklarını hatıra getirmektedir. Ancak gerçek ne olursa olsun bu teorinin, geliÅŸtirilmek istenen içtihad teorisine meÅŸrû bir dayanak bulma isteÄŸinin doÄŸurduÄŸu bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıktığı bellidir. Çünkü onun "YaÅŸayan Sünnet"e yüklediÄŸi anlamın sıhhatine delil olabilecek örnekleri yetersizdir; kaldı ki bu örneklere zorlama anlamlar yüklediÄŸi de vakidir. Sayısız örnekle pratize edilen nebevi pratiÄŸi birkaç örneÄŸe indirgemektedir. 

​

Fazlur Rahman’ın bu tutumuna, onun bu teorisini temellendirmek için Hz. Ömer'in fethedilen Irak topraklarını gazilere dağıtmayarak önemli bir konuda Hz. Peygamber’in sünnetine muhalefet ettiÄŸine dair sıkça atıfta bulunduÄŸu hadiseyi örnek olarak ele almak açıklayıcı olacaktır. Bu hadiseye bakıldığında, bu hadisenin, projesini desteklemek yerine aslında iki önemli açıdan Fazlur Rahman'ın teorisini kuÅŸkulu hale getirdiÄŸi görülmektedir. Öncelikle, bu hadisede Hz. Ömer’in, Hz. Peygamber'in sünnetine muhalefet etmeyip yine onun baÅŸka bir sünnetini tatbikatına esas aldığı, bu hadiseye ait rivayetlerde açıktır.    

​

Onun bu teorisinin sıhhatini kuÅŸkulu kılan diÄŸer önemli husus ise ÅŸudur: Bu hadiseyle ilgili rivayetlerde açıktır ki, ilk nesil Müslümanlar ortaya çıkan her sorunun çözümünü, öncelikle Hz. Peygamber'in sünnetinde aramışlardır ve Hz. Peygamber'in sünnetine muhalif zannettikleri bir öneriye ÅŸiddetle itiraz etmiÅŸler, buna müsaade etmemiÅŸlerdir. Bu, onların Nebevi Sünnet hakkındaki tutumlarının mahiyetini ortaya koymaktadır. Halbuki onlar bunun sünnete muhalif olmadığını anladıklarında ancak itirazdan vazgeçmiÅŸlerdir. Oysa Fazlur Rahman’ın çizdiÄŸi çerçevede esas alınan ÅŸey, Müslümanların bir konudaki mutabakatıdır. Oysa bunun zorlama bir yorum olduÄŸu aÅŸikardır.

bottom of page